Ya Dışındasındır Çemberin Ya İçinde

Ya Dışındasındır Çemberin Ya İçinde

Oğlum ki; henüz daha on üç yaşına basmadan taşındığımız Almanya’da, okula hasta olup gidemediği bir gün, öğretmen daha önce verdiği ödevleri toplamış ve bizimkinin de bundan haberi olmamış, öğretmeni de ona ödevini geç teslim ettiği için sıfır vermişti. Sıfır diyorum, anlayın diye. Almanya’ da en düşük not beştir çünkü. Bizdekinin tam tersi işte. Neticede en düşük notu vermişlerdi.

Oğlum ki, Almanya’ da sıfırla tanışmıştı, o da böylece duvara toslamanın ne menem bir şey olduğunu görmüş oldu. Memleketin medarı iftaharı, öğretmenlerin gözdesi, her daim başarılı çocuğa, daha Almanya’ ya bismillah adımını atar atmaz şak diye veriyorlardı sıfırı.

Buraların şakası yoktu ve bir hata varsa çok kısa bir zaman diliminde yapıştırıyorlardı karşılığını. Ceza vermekten imtina etmeyi bırakın, hemen o anda duvar gibi karşımıza çıkarmaktan adeta haz duyan bu zihniyet, her şeyin kontrol altında olduğu fikrini beyninize kazıyordu. Ayağını denk al aslanım, buralar geldiğin yerlere benzemez mesajı veriliyordu.

Kızım ise Türkiye’ de kötü giden derslerini dönem ödevleri ile düzeltmeye alışmış olmalı ki; Almanya’ da harika sunumlarla ödevlere yüklenip notlarını düzelteceğini sanmıştı ancak öğretmeni ödevin muhteşem olmuş bayıldım ama bunu not olarak yansıtmam mümkün değil, böyle bir durumda arkadaşlarına haksızlık etmiş olurum diye söylediğinde, yüzündeki o çaresizlik nasıl anlatılır ki?

Evet, notlar adilane dağıtılıyordu belki, ama, hayat adil miydi, herkes eşit şartlarda mıydı ki? Yaban ellerde gözünün yaşına bakan oluyor muydu? Ne dersiniz?

Velhasılı gurbette tutunmak zor iştir güzel kardeşim. Hani derler ya ‘home sweet home’. Evi gibi olmuyor insanın yani. Kendini güvende hissetmek işi sadece çevrenin güvenli olması ile ilgili değilmiş meğer, bizzat kendini güvende hissetmekle ve kabul edilip beğenildiğine ikna olmakla doğrudan ilgiliymiş.Yani hataların ile, yani tüm çirkinliklerin ve beceriksizliklerinle, hatta aptalca kararların ile…

Tüm bunların sonradan dahil olduğun bu mükemmel sistemin içerisinde dahi gerçekleşmesi oldukça zordur. Kendin kalarak gerçekleşmesi ise imkansızdır. Hatta zorluğu ya da imkansızlığı diyelim, malesef ki; sistemin mükemmel olmasından kaynaklanmaktadır. Sistem çalışır ve sen bizatihi var olamazsın. Buradaki paradoksu derinlemesine irdelemeden anlatmanın mümkün olmadığını fark ederek örnekler üzerinden izah etmeye çalışacağım. Konumuz çöp olsun mesela…

Almanya azizim, makine gibi işleyen bir düzen kurma derdindeki bir ülkedir. Bir çarklar düzenidir. Ona bunu başarma görevi mi biçilmiştir, yoksa makine gibi işleyen bir düzen kurma sevdalısı insanların bir araya gelmesiyle mi bu ülke kurulmuştur, bilemiyoruz. Lakin bu kadar insan ki; Türkiye’den daha çok bir nüfusu, neredeyse yarısı kadar bir coğrafyada barındırıyordur, hep beraber hem de bu refah seviyesinde ancak ve ancak zihnin gözlem ile algılama kabiliyetinin çok ötesinde, muhteşem bir uyumla bir tek bu şekilde bir arada yaşayabilir.

Kalabalık bir nüfusu çatışmasız bir şekilde barındırmak ile ilgili olarak büyük bir saygıyı fazlasıyla hak ediyorlar ise de konu sadece bundan ibaret değil bence. Biraz da hayatın çekirdeğine ulaşmaya çalışalım buralarda, nitekim öyle kalın zırhları vardır ki burada yaşayan insanların, o kalın kabukların altındaki yaraları kolay kolay göremezsiniz.

Nasıl ki; insanoğlu cana can veren doğayı ve onu oluşturan parçaları anlamakta güçlük çekmiş ve toplumsal dayanışmayı, birlikte yaşama yüklenen değeri dini inançlar temeli üzerine kurmaya mahkum kalmıştır; Almanya’ da yaşarken gözünüzle gördüğünüz işleyen bu harikulade düzen karşısında da insanoğlu, tanrısal bir güç hissetmekte, kurallar bütününe karşı korkunç bir acz içinde çaresizce biat etmekten başka bir yol bulamamaktadır.

Bu son derece karmaşık yapıya tam ve sonsuz bir saygı besleyerek düzeni savunan oldukça yüksek sayıdaki tahammülsüz insan kalabalığından son derece rahatsız edici bir güç ortaya çıkmaktdır. Düzenin sorunsuz devamı, bu kendiliğinden ortaya çıkan sıfır tolerans sahibi gönüllüler tarafından sağlanmaktadır. Bu trol ordusu ise bunu anlamakta güçlük çeken, tanımayan, kuralları ihmal ederek onlara yeteri kadar saygı göstermeyen her kim ise ona karşı ötekileşmeye, hor görmeye, git gide aşağılamaya ve daha ileri aşamada da ister istemez faşizme yönelerek neticede kaçınılmaz bir şekilde ırkçı bir kimliğe bürünmektedir.

Avrupa’da her geçen gün daha da güçlenen bu çelişki dolu anlayışın Türkiye’de de farklı varyasyonlarını dönem dönem yaşadık ve hatta yaşıyoruz. Bu yüzden kimseyi suçlamamakla birlikte kural seviciliğin ölçüsü kaçtığında bu muhteşem düzenin keyfinin de kalmadığını söyleyebilirim.

Sistemin kendi kendine tam bir paradoksa dönüştüğünü gözlemlemek için biraz dışarıdan bakmak gerekiyor sanıyorum. Şöyle ki; kurallara tam itaat ettiğin sürece sevilen, takdir edilen, kabul edilen bir bireyken; kuralları içselleştirmeyen, ona karşı uyumlu hareketler sergilemeyen bireyler yine toplumu oluşturan bireyler tarafından kritize edilip devam eden süreçte dışlanmaya maruz bırakılmaktadır.

Bu kurallar silsilesi, işin özünde hayatı kolaylaştırmak ve mutlu bireyler yaratmak için var oldukları halde; sıkça gördüğümüz ve çokça eleştirdiğimiz bir anlayış içinde örneğin; din temelli inanç sistemlerinde aşırıya kaçıldığında radikal bir anlayış türüyor ve bu da toplum içinde büyük rahatsızlıklara sebep oluyorsa, akılla düşünmeyi bir kenara bırakıp düşünmeden yapmayı, boyun eğmeyi kutsallaştırdığımızda da bu kurallar silsilesi, bu düzen kendi kendine devasa bir öcüye dönüşüyor olmakta. Burada başınıza gelenler, şahit olduklarınız aslında çok şey anlatıyor. Gelin ben de size anlatayım.

Çöplerden başlayacaktım değil mi? Alın size koca bir mesele. Hemen hepimiz biliyoruz ki, burada çöpler henüz daha evinizdeyken ayrıştırılmaya başlıyor. Organikler, ambalajlar, kağıtlar ve diğer kabilinden diye 4 kategori var ama bununla da bitmiyor; camlar, tekstil ürünleri, piller, bahçe atıkları, eski ev eşyaları, alüminyum, strafor, mobilyalar, yağlar olmak üzere çok ciddiye alınan diğer alt kategoriler de var.

Bunların dışındaki moloz türünden hiçbir işe yaramayacak atıklar için ise her sene belli bir kiloya kadar izniniz var. Bu kilo sınırlamasına sadık kalamadınız ise ücretini ödeyerek bu hizmetten yararlanıyorsunuz, ancak her şeyin nakliyesinin sizde olduğunu ve kendinizin bizzat sırtlamak, taşımak ve doğru yere dökmekten sorumlu olduğunuzu unutmayın lütfen. Mesela evinizin önünde arabanızı yıkadınız, ya da motora yağ doldururken bir miktar taşırdınız efendim, yandınız işte.

Diyelim ki; hiçbir kategoriye uymayan bir çöpünüz olsun, örneğin dışı sıvayla kaplanmış bir strafor veya üzerine ayna yapışmış bir ahşap olsun, olmaz ya; olduğunu farz edelim. Bizim yeğen yılanları için bir akvaryum yapmıştı kendisine mesela ve biz ondan kurtulmak için aylarca mücadele etmiştik de oradan biliyorum. Olmuyor işte; öyle bir bezdiriyorlar ki pişman oluyorsunuz. Basit bir çöp meselesi küçük çaplı bir krize dönüşüyor resmen. Ayrışıyorsunuz, çöpü çaktırmadan, kimseye haber vermeden atmayı tercih edenler ki; ben daha çok o grupta yer alıyorum, ve her şeyi kuralına göre yapmaya mecbur hissedenler…

Bir keresinde taşınma nedeniyle karton ve ambalaj atıklarımız depolama sınırlarımızı aşınca onları yakmayı önerdiğimde herkesin bana aptalmışım gibi baktığına tanıklık etmiştim. Gerçekten de öyle hissetmiştim ama, oysa önerimde ciddiydim. Günlerce bunları nereye atacağımız konuşulup duruyordu. Zaten taşınma gibi zor bir süreci yönetirken bir de bu tür yabancı olduğum bir sorunun üstesinden gelmeye zorlanmak sinirlerimi bozmuştu. Neticede dağ gibi kartonları çöpe sığacak şekilde küçültmek gerekmişti. Yarım gün de bununla uğraşmıştık.

Bizde de çöp ayrıştırmaya çok hevesli hem de oldukça bilinçli bir kesim yok değil. Sayıca da azımsanmayacak kadarlar hani yani ve bu tipolojideki insanlar, anlattıklarımdan tatmin olamayabilirler ama eminim ki; izmirlinin Kanada macerasında ikinci yılın sonunda kardan bıkmış olduğu gibi, bu kişiler de bir süre bu çöp zulmüne maruz kalarak yaşamaya başladıklarında beni çok iyi anlayacaklar. Adım gibi eminim buna.

Burada şunu da es geçmemekte yarar var, uygun şekilde ve doğru zamanda atmadığınız o güzelim çöpçüklerinizden kurtulamıyorsunuz ve onlar çok kısa bir zaman sonra sizin çalışıp kazanıp ödeyip severek aldığınız kıyafetin o güzelim ambalajı olmuyor ya da marketten arabaya, arabadan eve, evin içinde de tek tek yerine koyup kullanıp tükettiğiniz yoğurt kabı, e hadi bir de organik olsun domates kabuğu, ya da ne bileyim mücver yapmış olun mesela havuçtur, patatestir, yumurta kabuğudur atıp doldurduğunuz o çöpler evin önünden alınmazsa büyük hem de büsbüyük bir derdiniz vardır demektir.

Çöpler neden mi alınmaz? Bunun yüzlerce sebebi olabilir güzel kardeşim. Siz de her defasında öğrenirken, bu çöp sistemi karşısında ne kadar çaresiz olduğunuz gerçeği ile yüzleşirsiniz. Örneğin sarı poşet (gelbe Sack) günleri vardır Almanya’ da. Ambalajları atmak için belediye rulo halinde sarı poşetler dağıtır, ücretsizdir hem de onlar ha! Ama tükenirler bir gün elbette ve her nasılsa satın alınamazlar. Sanmayın ki; ambalajlar, konserve kutuları, plastik atıklar kokmaz. Bir hafta on gün beklediler mi yoğurt kapları mesela ya da süt kutuları ya da balık kalmışsa bir miktar, hele de mevsim yazsa hem nasıl kokar o masum görünümlü çöpler.

Yavrunuzun pırt yapması gibi yani; sizden bir parçadır onlar ama burnunuzun direğini de kırarlar. Bu ambalaj ve konserve kutularından oluşan çöplerin on beş gün içinde ne kadar çok yer kapladığına da şaşalarsınız kardeşim. Hele de eviniz küçükse, yeriniz de pek yoksa çaresiz geceleyin soğuk moğuk dinlemdenn komşunun tam dolmamış sarı poşetini açıp kendindekileri ona boşaltan kişiye dönüşmeniz yakındır.

İşte bu, neredeyse tanrısal devlet sistemine duyulan aşırı bağlılık da bir aşamada çığrından çıkarak, ona biat edenlerin hemen hepsinin neferi olduğu tabiri caizse gönüllü bir orduya dönüşerek, zorbalık yapmayı kendilerine hak sayan bir yapı oluşturmaktadır. Böylece sen de kendini şairin dediği gibi aynen şu şekilde hissediyorsun;

ya dışındasındır çemberin
ya da içinde yer alacaksın
kendin içindeyken kafan dışındaysa
çaresi yok kardeşim

Yani sen gibi zaten çemberin dışında olan, entegre olmak adına tüm beğenmediklerine rağmen sevdiğin binlerce şeyi dahi terk ederek ülkesinden kopup gelen ya da her ne şekilde olursa olsun sistemle yıldızı barışmamış bir şahsiyetin karşı karşıya kaldığı davranış doğrudan kötülük olmasa da, temelinde tıpkı vicdan gibi, tıpkı mahalle baskısı gibi, tıpkı eziklik hissi gibi, gizli bir göz devamlı surette seni izliyormuş gibi rahatsız ederek kendisini misafir olarak gördüğü bu yerde beğenilmediğine olan inancı pekişmekte ve bu şekilde kendiliğinden ötekileşmektedir.

Bunun adı ise buna maruz kalan kişilerce ırkçılık olarak tanımlanmaktadır ki; aslında ortada bu bilinçle yapılmış organize bir hareket yoktur. Ne bu davranışı sergileyenin yaptığı şeyin nasıl algılandığından haberi vardır, ne de bu davranışa maruz kalanın kendisine karşı sergilenen tutumun altında yatan hassasiyetlerden haberi olur…

Kimse kimseyi tanımaz, kimse kimseyi merak etmez, anlamak istemez, içine sokmaz ve döngü devam eder.

Ersin EREN

aysaa

Related Posts

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

10 Comments

  1. Çok guzel anlatmışsın her avrupada yaşayanın atıklarının sorununu çözme sancılarını.ne kadar sorun oluyor bilemez burada yaşayanlar.gözlemlerin harika

  2. Çember aslında ilk iş hayatınıza başladığınızda birilerinin sanal olarak sistem adı altında çizdiği daha sonra bilinçaltında bizlerin içselleştirip, sahiplenerek, gerçeklediği ve tanımladığı bir çemberdir. Sınırlar gerçek olmasa da bizler bu sanal sınırları bilinçaltında bir şekilde içselleştirir, güvence ve alışılmışın içinde durmanın getirdiği huzur harcıyla oluşan duvarları kendi kendimize inşa ederiz. Farkında olmadan kendi kafesimizi kendimiz öreriz. Bir yandan özgürlüğümüzü sınırlayan çitleri tek tek çakarken bir yandan da çemberin dışındaki yaşamın nasıl olduğunu da merak etmeden duramayız. Merakımız her zaman üst boyuttadır. Çemberin dışından gelen hikayelere büyük bir iştahla kulak kabartırız. Çemberin dışında bir hayat olup olamayacağı konusunda güçlü merak ve hayallerimiz olmasına karşılık dışarıya çıkmaya yetecek güçlü bir cesarete sahip olmadığımızı da en derinlerde bir yerlerde hissederiz. Aklınız dışarıdadır ama bedeniniz içeride kalmıştır.

    • Peki ne yapmalıdır? Yüreğimizin götürdüğü yere yönelmeye ne dersiniz? Hiç kimseye aldırmadan mesela? Ne olur ki?

  3. Çöp zulmü, kural zulmü, insan hayatını kolay ve tatmin edici kılmayı değil de toplum düzenini korumayı hedef almış bir başka zulüm türü. Almanya’da da değilse dünyanın neresinde huzur ve düzen bir arada? Kendin olmayı düşünmeye bile fırsatın kalmadan nizama uygun yaşanıp bitirilmiş bir hayat. Nereye kaçmalı?

    • Bir yer bulalım deryaya yakın diyor ya şair. Arayarak bulunmazmış ama bulanlar arayanlarmış. Mış mış da mış mış…

  4. Çöp kurallari
    Çok doğru tespit
    Park ta öyle
    Güzel olan yanı herkese aynı kural
    Harika tespitler
    Gekecek Haftayı bekliyoruz

  5. Pingback: Seçim

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags