Ben Kimim…

Ben Kimim…

3 haftadır yazıları beğenilerek okunan ve belli bir okuyucu kitlesi yaratmayı başaran yazarımız Ersin Eren, bu haftada gelmiş geçmiş en zor soru soruyor kendine: Ben kimim…


İyi okumalar

Mahallede daha oyun oynarken öğrenmişti kime kadar yakınlaşıp nerede durulması gerektiğini. Ormanda doğup yetişen ve hayatta kalmak için hem bilgiye hem sezgiye ama en çok da şansa ihtiyaç duyan her canlı gibi her davranışı binlerce gözlemin, tecrübenin neticesinde yerleşmişti.

Başına gelebilecek musibetleri yaşam tecrübeleri ile öncesinden sezinleyerek kendini korumayı başarmış birisiydi. Ama çoğu zaman da bahtına güvenir, kendini nehrin akışına bırakmaktan haz duyardı. Çetrefilli bir sorun ile karşı karşıya kaldığında dahi hemen hızlıca bir çözüm üretmeyi özellikle tercih eder, o saniyede alması gereken en doğru kararı alarak ilerleyip merakla
sürüklendiği yere ulaşmayı beklerdi.

Mahallede Orman Kanunları Çalışırdı

Mahallede biraz itile kakıla, çok nadiren dövüşe dövüşe ama en çok gördüğü eksikleri tamamlama gayreti, verilen talimatları sorgusuz yerine getirmesi ve bulunduğu ortama her daim ihtiyaç duyulacak kadar enerji sunma konusundaki üstün sezgisi sayesinde yer edinebilmişti kendinden yaşça çok daha büyük çocukların arasındaki döngüsel hayata.

Mahallede orman kanunları çalışırdı. Sert, çok sert kanunlardı bunlar. İyinin kabul gördüğü, kötünün barınamadığı, kuralı kimin belirlediğinin belli olmadığı müthiş bir düzeni vardı. Herkes yerini bilirdi ve bir bütünün parçalarıydılar. Mahallede büyüyenlerin hemen anlayacağı, büyümeyenlerin de asla anlamayacağı kadar gerçek bir ortamda büyümüştü işte.

Mahallenin aranan şahıslarından olamamış, oyunlarda kazanmayı becerememişti ama her nasılsa yokluğu hep hissedilmişti. En azından öyle olduğuna inanırdı.

Göze girmenin, nabza göre şerbet vermenin yolunu da yine böyle sindire sindire öğrenmişti. Tarifinin imkansız olduğunu da bilirdi. Mutluluğu aramak, onu kalıcı yapmaya uğraşmak, kitabını yazmak, fotoğrafını çekmek yerine; yaşayıp tadını çıkarmak için türlü yöntemler geliştirmişti. Sonsuz yöntemler…

Ersin Eren

-Babaaaaaa
-Gel,gel,gel bakalım, hoppalaaaa, afferim kızıma, dur, dur, dur hele, pire gibi şuna bakın yaa. Çık bakayım bacaklarımın arasından, oğlum, düşeceğim bak şimdi. Oğlum bir durun yaa. Ayakkabılarımı çıkarayım bari. Anneleriii, anneleri bir şey söyle şunlara, eve giremiyorum, kapıda kaldım bak.
-Baba!
-Efendim kızım.
-Baba, şey dondurma yemeye gidelim mi?
-Dur hele bir eve gireyim kızım.
-Babaaaa
-Ne?
-Lütfen
-Tamam, ama en fazla bir top
-Şey, tamam.
-Neli istiyorsun, düşündün mü? Sana dondurmacıya gidene kadar zaman veriyorum. Şimdiden düşün kararını ver ama dondurmacının önünde o muydu, bu muydu deme. Tak diye söyle, olur mu?
-Hooop, nereye gidiliyor bakayım, babası bunlar bugün beni delirttiler ya! Ne yemeklerini yediler, ne keyifle bir oyun oynadılar, ne de sözlerini tuttular. Dondurma falan hak etmediler. Şimdi de hiçbir yere gitmiyorlar. Bitmiştir…
-Anneeeee, öf yaaaa!
-Öf pöf etmeyin size daha babanız gelmeden söyledim, yemeklerinizi yemezseniz Lunapark’ ı da dondurmacıyı da unutun, dedim. Demedim mi?
-Öf anne yaaa, diyerek ağlamaya başlıyordu çocuklar.

Sert, istikrarlı, disiplinli olmaya karar vermiş ama onlara kıyamayan yufka yürekli bir anne; devamlı kendisiyle çelişiyor, devamlı bir mücadele veriyordu ama her defasında olmak istediği kişi kaybediyor, her defasında çocukların istediği oluyordu.

Mutlu Çocuk Mutlu Anne-Baba ile Mümkündü

İlk çocukları doğduğunda anne ile baba bir söz verdiler birbirlerine; ailemizin bu yeni üyesi ne kadar değerli olursa olsun hiçbir zaman tutkulu aşklarından ve heyecan veren ilişkilerinden önce gelmeyecekti.

Asla unutulmamalıydı ki; mutlu çocuk mutlu anne-baba ile mümkündü ve ne olursa olsun eşler her şeyden önce birbirlerinin gözünün içine bakacaklardı.

Lakin karşılıklı verilen bu söze sadece babaları sadık kaldı. Anneleri ise çocuklara karşı yumuşak mizacı ile dik kafalı karakteri arasında bocalayıp durdu. Çocuklar içgüdüsel olarak müthiş bir uyum yeteneği ile dünyaya gelirken yakın çevrelerinin hareket tarzlarına karşı çok değişik davranış şekilleri geliştirirler.

Çocukların bu üstün yetenekleri fark edilmez ise anne ve babalar çok kısa bir zaman içinde çocukların oyuncağı olur biraz daha geç kalınırsa da maskarası olurlar. Böylece evde rol diye bir şey kalmaz. Anne, baba ve çocuk arasında olması gereken denge tamamen zıvanadan çıkar. İşte bu evde de henüz ikinci evreye geçilmeden önceki süreçte hem baba ama daha çok anne ipleri çocuklara kaptırmaya doğru farkında olmaksızın adım adım ilerlemekteydiler.

-Yemeğinizi yiyin o zaman gidebilirsiniz, diyordu anneleri
çocukların yüzlerinin düşmesine dayanamadığından.
-Tamam
Hemen yemekler ısıtıldı, tabaklara konuldu, çatallar, kaşıklar çıkartıldı,hiç kullanmadıkları halde bıçaklar bile yine sofraya konuldu. Ne içecekleri sorularak, bardakla tek tek servis edildi.


Çocuklar akıllarında dondurma; ne yediklerine hiç dikkat etmeden, annelerinin sofrayı yeniden kurmak için gösterdiği özveriye hiç aldırış etmeden, kendileri için hiçbir anlam ifade etmeyen ama anneleri için çok anlamlı olduğunu bildikleri bir yemeği kayıtsızca yiyip teşekkür etme gereği duymaksızın sofradan kalkarak ayakkabılarını giymeye başlamışlardı bile.

Babaları dondurmacıya giderken çocuklara sakın elini bırakmamalarını tembih etti, yollar tehlikeliydi. Bunu söylerken bir an şöyle düşündü: çocuklar elimi tutmasalar da yola atlamazlar ki; aslında bu saatte yollar da tenha, kaldırımlar yeterince güvenli, çocuklara yola atla desen de atlamazlar…

O halde beni bu iri kemikli dolgun elleri olan çocukla el ele tutuşmaya iten şey nedir ki? Gerçek; benim bu elleri tutmaya olan ihtiyacım olmasın. Onların sevgisine muhtaç olan sanırım benim. Git gide çocuklara karşı beslediği ilgi daha önceden yapmakta olduğu her şeyin önüne geçmişti.

Öyle ki; hayatına tamamen yön verecek olan dilek günü şöyle gelişmişti:
Eşinin ilk hamile kaldığında da bir sonrakinde ve üçüncüsünde de kendiliğinden gelişen bir bağ hissetmemişti aslında.

Babaların çocuklarına duyduğu ilginin anneleri gibi içgüdüsel olmadığını aksine sosyal yaşamın bir dayatması olduğunu düşünmüştü hep. Bu fikir baba olarak kendisine biraz da itici gelirdi. Ama aşırı kollayıcı, endişeli, müdahaleci baba figürlerinin yapmacık halini gördükçe bu fikrin kendisine neden itici geldiğini her defasında yeniden hatırlardı.

Annelerinkinden farklı olarak, baba ile çocuklar arasındaki esas bağı kuran, birlikte geçirilen muhteşem zamanlardı.

O gün de çocuklarla dondurma yiyip eve geri geldikten sonra kudurmacalık dedikleri amaçsız ve kurgusuz enerji dolu oyunu oynamaya başlamışlardı. Çocuklar yataktan koşup koşup atlıyorlar, babaları da oyunu daha eğlenceli yapmak için onların yere temas etmesine ramak kala havada yakalıyordu onları.


Daha sonra bazalı yatağı havaya kaldırdılar, çocuklar tırmanıp en uca geldiğinde hop diye zıplayıp onları korkutuyor, aşağıya doğru yuvarlanmalarını seyrediyordu. Bu oyunları çeşitlendirip yatakları işgal etmece, kovalamaca, yakalamaca, ebelemece derken yatma saati gelene kadar oyun üstüne oyun oynadılar. Çocuklar neşelendikçe coştu. Onların kah kahası, kıkır kıkır gülüşleri, evin en güzel müziğiydi.

Bir an için,

  • Yaaa, hiç büyümeseler o küçük sevimli sivri dişleri, küçük burunları, küçük akılları hep öyle kalsa ve onları hep böyle şapdadanak şaşırtabilsem, ikna edebilsem ve benim her yönümle mükemmel olduğuma inanmayı hiç bırakmasalar diye düşündü. Bu düşüncesi zaman içinde çocuklara karşı gelişen aşırı sevgisinin yansımasıydı.

Bu hislerini, aklından geçen bu dileği, günün yorgunluğu ile gözleri kapanmakta bile olsa eşine anlattığında eşine kendisini beğendirmeyi başaracağından emindi. Sakin bir zamanda çocuklar uyumuşken romantik sözler eşliğinde ‘keşke hiç büyümeseler’ demiş, eşi de tam da düşündüğü gibi başını boynuna usulca yaslayıp onun ne kadar iyi bir eş olduğuna bir kez daha hak vermişti.

O duygu yüklü romantik gecede çiftlikteki bir konteynırda adeta samanlık seyran olmuş ve çiftin bu dileği kimseden habersiz tohumlanmıştı. Göze girmeyi başarmış, kim olduğunu da hatırlamıştı. Hala çocuktu…

aysaa

Related Posts

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

İsviçre Alpleri’nde Panoramik Bir Tren Macerası

İsviçre Alpleri’nde Panoramik Bir Tren Macerası

1 Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags