YETMİYOR…

YETMİYOR…

Ayakları soğuk! Halacım, halam, halaaaa, çoraplarını aldınız mı?
-?!!!
-Ayakları buz gibi yaaa! Üşüyor, baksana!
-Yok, yok! Terliyorum…
Alnındaki soğuk terleri siliyor, bir yandan ayaklarını ovuşturup ısıtmaya çalışarak, diğer yandan ellerini tutup gözlerine bakarak, onu ne çok sevdiğimi söylemek istiyorum, ama hiçbir şey söylemek mümkün değil.

Hiç, baba ile oğlun vedasına kelimeler yeter mi?

O son ürkek bakış, göz göze geliş, hadi evlat kal sağlıcakla, her şeyim senindir diyen masum yüz ifadesi… Yaşanmış hemen her şeyi anlatan, her şeyi kenetleyen, baba ile oğlu aradındaki tüm bağı yansıtan böyle tek bir yüz ifadesi olabilir mi?

Yanımda kal oğlum der gibi, ama bir yandan da bırak, ölüme tek başıma giderim, ben senin babanım yahu, diyen cesur bakıştan bahsediyorum.

Daha dün gibi hatırında değil mi babam; o paytak yürüyüşlü çocuk, senin kalın parmaklarını tutarak ancak ayakta durmaya çalışırken gözünün içine bakıyordu ve günün birinde babasını beğenmeyecek, aldığı kararlar yüzünden ona meydan okuyacak kadar ileri gidecekti.

Daha dün gibi hayali zihninde değil mi babam; ensesinden tutup ittirerek bisiklet sürmeyi öğrettiğin bacakları yara bere içinde o çocuktu, büronu devredip gözün arkada kalmadan ayrılıp gitmiştin.

Gidip kendine çiftlik kurmuş, bağ bahçe, kuzu keçi tavşan tavuk hindi ördek ve aklın alabileceği envai çeşit bitki böcek ile hayallere sığmayacak kadar keyifli bir hayatın kapılarını aralamıştın.

Sen her kapıyı açtığında ben yeni bir hayatı senin gözünden görerek öğreniyordum. Senin oğlun olmanın gururu ve heyecanı ile kendimi hep şanslı hissediyordum.

Sana karşı bitmeyen kızgınlığım da belki bu hayal kırıklığımdan geliyordu. Sen de herkes gibi bir insandın. Bunu bir evlat olarak kabullenemiyordum ve sen esasen her insandan da değişiktin ve ben de seni bir türlü anlayamıyordum.

Babasının buz gibi olmuş ayaklarını ısıtamadan ambulansın kapılarını kapatıp doğrudan hastaneye göndermişlerdi onu.

Aklımda hayali ile ambulansın arkasından giderken içimdeki fırtınada aklıma gelenler şöyleydi: Babamın kocaman bir yüreği vardı. Bebek yaşlarımdan itibaren örülen bağlar ile kalpten kalbe bir köprü vardı aramızda. Babam her şeye hükmederken bir yandan da hep bir tebessümle hatırlanan, yaramaz, şımarık bir çocuktu sanki.

Akşam gezmelerinden hoşlanmazdı ve gönülsüzce de olsa yine de gelmesi için ısrar ediliyorsa poposunu ucundan açtırıp öptürecek kadar muzipti.

Ben daha küçücükken olmadık sayıları ezberletip sorduğumda sadece bu sayıları söyleyeceksin der ve gidilen akraba ziyaretlerinde, beni çağırarak;
-gel bakayım buraya deyip, 16 çarpı 18 kaç eder diye sorarmış gibi yaptığında, evden çıkmadan hemen önce ezberlemiş olduğum üzere hiç tereddüt etmeden, ve babamın kime, ne şakası yaptığını anlamadan şaşkın bakışlar arasında
-288, derdim.
Benim kesin yanıtımla beraber herkes, benim dahi çocuk olduğumu, kendi çocuklarınınsa daha fazla çalışması gerektiğini düşündüklerini şimdi şimdi anlıyorum ama babamın böyle bir şakayı yaparkenki halet-i ruhiyesini anlamakta hala güçlük çekiyorum.

Dahası bize ait olduğunu düşündüğümüz şeylerin esasen sadece kendisine ait olduğuna ve işin sonunda hiçbir şeyin bize ait olmadığına bizi ikna ederdi.
-Bu halı kimin?
-Senin
-Bu televizyon kimin?
-Senin,
-Bu kapılar kimin?
-Senin, peki duvarlar da mı senin?
-Evet, duvarlar da, ev de, her şey de benim, diyerek her şeyin ona ait olduğuna inandırmıştı bizi.

Herhangi bir ortamda en hassas duygularımızla dalga geçer, yerin dibine sokar, rencide olup ağlamaya başlayınca, kızar, şakayı kaldıramama durumuna duyduğu öfkeye kapılarak onun için ağlanmaz, hadi git şimdi ağla diyerek canımızı bile yakardı. Şakayı kaldırmak zorundaydık işte.

Her daim değişik öğretme tekniklerine sahipti. Bir keresinde ortaokul çağımdayken, sabah kahvaltısı hazırlanıyordu ve demlikte su kaynarken bana çayı demlememi söylemişti.
-Çay nasıl demleniyor, diye sormuştum.
Yüzüme şöyle bir baktı ve kaynamakta olan suyu ocaktan alıp lavaboya dökmemi söyledi. Ben de dediğini aynen yaptığımda, kıçıma öyle bir tekme attıydı ki; sadece çay demlemeyi değil, sorgusuz sualsiz iş yapmamayı, her koşulda aklını kullanarak, ölçüp biçip öyle hareket etmem gerektiğini de öğrenmiştim.

Yine matematik ödevime daha iyi konsantre olmamı sağlamak için defter, kitap, kalem ve silginin yanında terlikleri de getirmem gerekiyordu. El acıtmayan plastik terlikleri kabul etmez, en çok can yakan kayış gibi kösele terlikleri getirmemi söylerdi. Şimdi derse başlayabilirdik işte.

Zalim öğretme teknikleri her defasında farklı tezahür ederdi. Bu konuda oldukça yaratıcıydı. Mesela bir keresinde tuvaletten sifonu çekmeden çıktığımda kafamı klozete sokarak yaptığım pislikle yüzleştirmişti beni.
Hay hay hay babam işte…

Sabahları herkesten evvel uyanır, kimsenin rahatsız olacağına aldırış etmeden ağzına dolanan şarkıyı avazı çıktığı kadar çığırır, pazardan aldığı her şeyin en güzelini kendi yer, bu konuda hiç fedakarlık etmezdi.

Harçlıklarımızı sene başında bir gazoz bir simit parasının beş gün karşılığı olarak tayin eder, asla biriktirmemize izin vermez, paranın önünde eğilinmesi gerektiğine ve gururun insanın en büyük düşmanı olduğuna inandığından harçlıklarımızı elimize vermez önünde eğilmemiz için yere atar, eğilip almamızı söylerdi.

Her katıldığı ortamda değişik olmayı tercih eder, sığ konuşmalardan nefret eder, beylik sözleri hiç kullanmaz, aşk, Allah, din, seks, evlilik, para, aldatma gibi paradoksal nitelikte tarifsiz konuları ve özellikle tabuları ulu orta, en olmadık yerde, en olmadık zamanda fütursuzca sorar, didikler ha didiklerdi.

Onun bu sorularından utanıp sıkılanlar onun ukalalık yaptığını düşünürlerdi ama onun böyle ilginç konuşmaları aslında kendi arayışından gelmekteydi.

Sivilcesi çıkan ergene bol bol mastürbasyon yapmasını salıkveren, kola içmekten vazgeçemeyen ev ahalisine yasaklamak yerine kasayla kola alan, bilgisayarı hiç kısıtlamayıp aksine hemen ona erişimi kolaylaştıran, 18 yaşıma girdiğim gibi daha ehliyetim yokken araba alan,

-sana İstanbul’ un anahtarını gönderiyorum, diyerek kredi kartını zarfa koyup gönderen, bu şekilde zararlı sonuçlarından korkulan konularla etrafındakileri yüzleştirmekten çekinmeyen bir yapısı vardı.

Vicdan, can sıkıntısı, inanç, gurur, hissetmek, sevmek, ruh, günah, aldatmak, evliliğin kutsallığı, ayıp gibi soyut kavramlara takıktı. Bu sözcüklerin cümle içinde bile kullanılmasına tahammülü yoktu. Çoğu kez hararetle birini ne kadar sevdiğimizi anlatırken sözünüzü keser,
-nerenle seviyorsun diye sorar
Hele hele
-tüm kalbimle, gibi bir cevap verirsen seni bir ahtapot gibi taştan taşa vurur, gözünden yaşlar gelene kadar gülüp dalga geçer ve nihayetinde söylemek istediğine pişman ederdi.

Hayatının her döneminde ikna uzmanıydı. Karşısındakini kelime oyunları ile doğru olduğuna kesin olarak inandığı gerçeklerden bile uzaklaştırır çoğu zaman doğru olduğunu düşündüğü yolu da söylemez, kendisinin bulmasını beklerdi.

Öyle kocaman bir kalbi vardı ve etrafındaki herkes onun kalbinin gerçekten de öyle kocaman olduğunu bilirlerdi ki, tüm bu acayipliklerine rağmen ona hayran olurlardı. O kocaman kalbin sadece bir kadına ait olamayacağı herkesin malumuydu.

Öyle hızlı atar, kanı damarlara öyle güçle pompalardı ki; kışları en soğuk günlerde bile soyunup don atlet yatardı. Onun üşüdüğü görülmemişti.

Ama şimdi ambulansın içinde sedyede buz gibi ayaklarına kan pompalamaya kalbinin gücü yetmiyordu. Hastaneye vardığımızda bir türlü ciğerlerine dolu dolu nefes alamayan babamın yanına ilişip neden öyle hızlı hızlı nefes alıp verdiğini sordum, ona sorduğum ve ondan öğrendiğim son şeydi: Yetmiyor, dedi.

Buz gibi ellerin buz gibi ayakların ve daha alnındaki boncuk boncuk terlerin, ecel terleri olduğunu genç bir doktorun uzattığı evrakı imzalarken anlamıştım. Babamın bitmek bilmez yaşama heyecanının, beş hayata sığacak yaşam mücadelesinin sonunu getirecek ölüm fermanını imzalamak da bana kalmıştı…

Ersin EREN

aysaa

Related Posts

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

İsviçre Alpleri’nde Panoramik Bir Tren Macerası

İsviçre Alpleri’nde Panoramik Bir Tren Macerası

15 Comments

  1. “Yeni tanıştığım her kişiye, ‘ben bunu kandırabilirmiyim’ diye bakarım” derdi.
    Bir beni kandıramadı,
    Bir de ben onu kandıramadım.
    Ya da; o beni çok kandırdı, ben de onu çok kandırdım.

    • Ah Muammer abicim babam hep kandırırdı ve ben de hep kandırılmak isterdim. Sizlerin yaşadıkları ve konuştukları mevzuların kıymetini yeni yeni anlıyorum. O zamanlarda çok dar bakıp sadece yargılıyorduk sanki. Hata etmişiz diye düşünüyorum.

  2. ‘Son yaprak düşmüyor.
    Günlerdir bekliyorum…’ diye yazdığı bir şiir vardı.

    Ben babama o yazdıklarını ilk defa okuduğumda hak vermiştim;
    İlk aşık olduğumda, İzmire geldiğimde, büroda, meğerse babamın ne kadar inkar etse de sırılsıklam aşık olduğunu ağlayaya ağlaya okuduğumda.
    Bir liseli genç gibi aşık olduğunu ve nasıl da acı çektiğini okuyunca kabullenmiştim. Ama acaba o niye inkar etmiş, bize aşk yoktur demişti. Ben aşık olmam. Aşık olmak da nedir? Neren ile aşık olursun? Demişti. İnsanı yönlendiren tek dürtü seks demişti. Öyle okumuş öyle mi inanmıştı. Şimdi nereden çıkmıştı bu aşk acısı.
    Evet sorguluyordu ve bunu çok güvendiği aklı ile kontrol edebileceğini düşüyordu. Ama öyle olmadı. Hiç ummadığı şekilde kıvrım kıvrım kıvranıyor, aklı ile uzak durmak istediği kadını kalbi yanında istiyordu. Ve sonunda kalbini dinledi.
    Biz ise babamızı, anlattıkları ile tanıdık. Çocukları olarak onun gerçekten neler yaşadığını nasıl bilebilirdik.

    Sonra aslında hiç dinlemedim babamı. Öpmeyin oğlum dediğinde öptüm onu. Sarılmayın hadi gidin dediğinde daha sarıldım.

    Benim öğrendiğim de bu olmuş galiba.

    Baban ne derse desin
    Sev.
    Sarıl.
    Öp.
    Zaman geçir.

    Babam benim .
    Ve ondan bana kalan son anı; Kardeşim.
    Sizleri çok seviyorum.

  3. Ahmet abim ancak bu kadar tarafsız anlatılabilir. Benim gibi bazı konularda tutucu sayılabilecek birinin dahi hayatına dokunmuştur. Tasvip edelim veya etmeyelim çocuk gelişimi ile ilgili her ne yaptı ise doğru yapmış olduğu sizlerden belli. Pırlanta gibi çocuklar yetişmiş. Arkadaşlar çocukları hakkında bilimsel olarak açıklamalar yaparken onlara senin yazında bahsettiğin pencere benim, kapı benim ev benim örneğini veririm. Eğer sizlere pencere senin, kapı senin ev senin demiş olsaydı kendi ayaklarınızın üzerinde durmayı öğrenmeniz kolay olur muydu? Ahmet abimin çocuk yetiştirme teknikleri tez olarak üniversitelerde okutulmalı. Tabi ki sizlerin de bu tekniklerden doğru dersi çıkarmış olmanız çok önemli. Yazının tümüne katılmakla birlikte bizlerin Ahmet abimi etkileyebileceğini hayal bile edemeyeceğiz bir konuda çok kısa bir sürede olsa etkilendiğine bizzat tanık olmuşluğum vardır. Bu konuda Ercüment’in yorumuna katılıyorum. Hepimiz insanız, Ahmet abim ise çok özel bir insan. Huzur içinde yatsın desem belki bu konuda da söyleyeceği birşeyler olurdu. Kalbimizdesin demek en iyisi.

    • Teşekkürler İrfan abicim, babamın size yazdığı ve sizden aldığı mektupları okurduk. Seni de çok severdi.

  4. Ne kadar kendinden emin diye düşünürdüm, dayım benim aklımı cesaretimi beğensin diye ölürdüm, onun gelmesi şenlikti, renkti, hayattı. Büyüktü, haşmetli, önemliydi çok becerikli dalgacı seni…Yaşamak önemsenecek bir işti, hiç mutlak doğru yoktu, sorgusuz körlemesine bir şey dedin mi itin götüne sokardı canımın içi benim canımın içi. Sonra yaşlar arttıkça bambaşka daha da tatlı bişey oldu. Aykırı ruh, nasıl olmuşsa olmuş terkibin çok başkaydı, cızzz diye birden hatırlıyorum gittiğini bazen, kaç sene geçse de üstünden yeni olmuş gibi:((

    • Hiç bitmedi sevdası, seni de nasıl severdi. Zekaya özel bir saygısı vardı, Elifcim. Senin cesaretin ve keskin ama derin ifade tarzın hep etlilemişti onu.

  5. Ahhhh ki ne ahhhh
    O kadar güzel anlatmışsın ki başarılı avukatım ve son cümlelerin

  6. Ellerine sağlık Ersincim; bir baba ancak bu kadar güzel tasvir edilir…Babamlardan babanın, farklı, sıra dışı; nev- i şahsına münhasır bir insan olduğu izlenimi edinmiştim. Yazdıkların kadarıyla gerçekten öyleymiş. Tekrar seni tebrik eder babacığının, ışıklar içinde yatmasını temenni ederim… Sağlıkla kal.✋️

  7. Babalar
    Hikmetinden Susal sorulmayacak insanlar
    Bir yönü ile hepimizin anıları depreşti
    Teşekkürler Ersin kardeşim
    Geçmişé anılara gittim sayende

  8. İnanılmaz korkunç muhteşem ve kıskanılacak bir zekaya sahipti benim güzel Ahmet ağabeyim..
    Yaptığı espiriler ve ders niteliğinde yaşamın zalim bir öğreticisi ve arkadaş canlısı bir o kadar merhametli aynı zamanda çok akılcı ve mantıklı gerçekten NEV-İ ŞAHSINA MÜNHASIR bir insandı..
    Benim kaybından en acı duyduğum nadir insanlardan biriydi sevgili Ahmet ağabeyim..

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags