GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ

Bir hayatın kırılma noktasının yargılamasında engelli kalmış genç bir beden ve yanında kör dövüşünde çaresiz bir avukatın beyhude çabaları sonucunda heyecanla beklenen karar duruşmasına gelinmişti…

-Sanığın tali (asli değil) kusurlu olarak taksirle adam yaralama suçu yönünden eylemine uyan Türk Ceza Kanunu’ nun … maddesi uyarınca 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, sanığın eyleminin uzvun (bacağın) devamlı kaybına neden olması ve suçun işlenmesinde alkollü araç kullanmanın etkisi de gözetilerek en üst seviyede ceza tayini gerektiğinden sanığın eylemine uyan TCK … maddesi uyarınca 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Herhangi bir indirim, adli kontrol ya da para cezasına çevirme gibi şartlar oluşmadığından cezanınızı bu şekilde kesiyorum. Cezanın kesinleşmesi halinde savcılıktan size yazı gelecek. Ona göre hareket edersiniz. Hadi bakalım!

Sessizce dinledikleri duruşmadan öylece çıktılar. Nasıl ki, güzel bir filmin ardından sinema salonundan çıktığında bir algılama sürecine gereksinim vardır; işte tam bu şekilde uzun adliye koridorlarında hakimin verdiği hüküm zihinlerinde demlenirken bir yandan da yürüyorlardı. Film bitmiş, gereği düşünülmüştü…

-En yüksek hadden verdi cezayı değil mi, avukat bey?
-Evet, verebileceği en yüksek cezayı verdi. Asli kusuru sanığa vermiş olsaydı, çok daha ağır bir ceza alırdı, ama olmadı. Tuhaf, çok tuhaf…
-İyi mi bari, bu karar diyorsunuz yani? Nasıl beni asli kusurlu gösterirler bir türlü kabul edemiyorum. Sonuçta ben araçtan mecbur kaldığım için indim.

Çok yağmur yağıyordu, her yer su içindeydi, bir anda önümü göremez oldum, arka koltukta müşteriler de vardı, avukat bey, sonrasını hatırlamıyorum zaten. Beni suyun içinde bulmuşlar, kan gölüymüş ortalık.

Nasıl o kadar kan kaybedip ölmemişim, doktorlar bile şaşırmışlar. Mucize eseri kurtulmuşum. Ama arkadan gelip bana çarpan hem de aşırı alkollü şöföre daha fazla ceza gerekmez miydi, avukat bey? Hayatımı mahvetti, elini kolunu sallaya sallaya dolanıyor.

Avukat zor durumda kalmıştı. Yaşadığı kaza nedeniyle bacağını kaybetmiş genç bir insanın bacağını kaybetmekten daha çok toplum dışına itilmişliğin yaraladığından habersiz, adil olmadığını düşündüğü karara kızan bu genç adam ile toplum arasında bir köprü gibiydi.

İçten içe sosyal bir sorumluluk hissediyor, bir engelliye nasıl davranılacağını bilmeyen koca bir toplumun duyarsızlığına için için kızıyor ancak bu tespitin bu genç adama hiçbir faydası olmadığının da farkında olduğundan onun adil olmayan karar karşısındaki kızgınlığını mazur görüyordu.

Hatta bu genç adamın topluma öfke duymasındansa hatalı olduğunu düşündüğü yargılama sürecine, alkollü araç kullanan sanığa, yalan yanlış tutanak tutan polislere, tanıklıktan çekinen araçtaki müşterilerine, hakime, avukata öfke duyması onun ruhsal sağlığı için daha mı doğruydu.

Anadolu’ nun binlerce yılda gelişen ve her türlü farklılığı içinde hiç zahmet etmeden barındıran insanı, nasıl olmuştu da engelli bir vatandaşa bu kötülüğü reva görmüştü. Avukatın doğum sırasındaki türlü hatalar silsilesi sonucunda engelli kalan kendi kızıyla birlikte sokağa çıkışları geliyordu aklına…


Engelli park yerine park eden araç sahipleri, sağlık sistemindeki sistemsizlikler, hastanede başlarına gelen saçmalıklar, bunlar yetmezmiş gibi davaya rapor sunan bilirkişinin davalı hastanede çalışmaya başlaması, o da yetmezmiş gibi bir de bu bilirkişiye hesap sormayan adalet bakanlığı, savcılar ve daha niceleri… Yozlaşan tüm değerler midesini bulandırıyordu.

-bunları üst mahkemeye yapacağınız itirazlarımızda yazacağız. Eminim karar bozulacaktır. Daha yüksek bir ceza verilecektir sanığa.

Bir yanda yaşadığından dahi emin olamadığı kazadan, bacağının bundan böyle olmayışından, geleceğe dair umutlarını yitirdiğinden, ama en çok yüz kere de düşünse her defasında yerden göğe haklı olduğuna kanaat getirmesine rağmen kendisini bu hale getirenin elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor olmasından dolayı zihni tamamen bulanmış genç adam, kazazede, mağdur; diğer yanda meydana gelen kazada vicdanını rahatlatmak için her türlü savunmayı kendine mübah gören, kadere inanmayı ve kaçınılmazlık varsayımını, kelebek etkisini içselleştirerek hayata tutunmayı başarmış başka bir genç adam, suçun faili, sanık; birbirlerine hiç bakmadan, duruşma salonundan çıktıktan sonra aynı koridorda ilerliyorlardı.

Karmakarışık hisler zihinleri allak bullak etmişti. Alev alev yanan intikam duygusu ile ağzından köpükler saça saça saldırmak isterken çaresiz bir şekilde adalet denilen kavramı sorguluyordu beyinler. Hiç konuşmadan uzun koridorları geçtiler.
Tık tık tık…
Sessizce yürürken koltuk değneği sesi koridorda yankılanıyordu.

Hamurabi kanunları, beş bin sene evvel kendisinden yüz bin sene evvelinden başlanarak aranmaya başlanıp bulunduğu iddia edilen adaletin, yazılan ilk kanunları… Bugünkilerden daha mı iyiydi acaba?

Suç işleyeni akan nehre atarlarmış da yaşarsa suçsuz olduğu, ölürse suçlu olduğu çıkarmış ortaya. Hamurabi’ yi bilmeden hukukçu olunur mu? O koltuklara oturulur mu? Kim bilir neler yatıyordu verilen kararların altında. Vicdan ha? Adalet ha? İyilik ve kötülüğü bilme ağacının en büyük savunucusu bunlardı.

Koltuk değneği ile kan ter içinde saatlerdir beklediği duruşmadan gururu kırılmış olarak çıkan bu genç adam, sistem tarafından ötekileştirilmiş, sevdiklerinden uzaklaşmış, umutsuz bir şekilde bambaşka bir hayata, boşluğa yelken açmış, rotasını yönünü kaybetmiş ilerliyordu.

Hala üç sene ceza için o lanet herifin ne kadar hapiste kalacağına dair bilinmezliği sorguluyordu. Az mı ceza aldı ki? Ama en yüksekten vermişler işte! Bacağımla beraber hayatımı elimden alan bu adam, lanet olsun sana, ve hey yüce adalet; seni de elbet, bir gün, bir yerde bulacağım!!!

Müvekkilden ayrılıp merdivenlerden inip adliye binasından dışarı çıktığında güneş yüzüne vurdu. Bir aydınlama içerisinde aklına gelen soru şuydu: Suçsuz yere hapis yatanlar, suçlu oldukları halde dışarıda gezenlerden çok mudur?

Hani bir pazar dışarı çıkartırlar ya şairi, hani güneş, toprak ve kendisi bahtiyardır ya. Kim tıkabilir ki yaşamayı bileni demir parmaklıklar ardına? Hele hele bir fikri saklamaksa derdin ey gücün hakimi, sana öyle acıyorum ki, Nazım’a bakıyorum da.

Ha bir adi suçun faili ha Kaf Dağı’ nın ardındaki kayıp eşitlik ve adalet tınılarnın sahibi, kim bulabilir ki adaleti? Adalet nedir ki? Kaybedecek bir şeyi olmayan insan için hapis cezası vererek adalet yaratmaya çabalamak ne büyük bir acizliktir, hey!

Es be rüzgar yüzüme yüzüme, şimdi teknede balık tutmak da vardı amma, önce şu dilekçeyi belediyeye vermeli dedi içinden.

Hayat devam ediyordu etmesine…

Ersin Eren

aysaa

Related Posts

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

4 Comments

  1. Değil mi? Şimdi adalet suçu işleyenin eza çekip belki pişman olması için midir? Adalet, mağdur olanın kaybının bir nebze giderilmesi için midir? Bir telafi davranışının olmaması travma sonrasında da hastanın ruhsal sağlığının daha çok bozulmasına neden olur. Suçlu kişinin karşı tarafa ne olduğunu hiç hesaba katmaksızın yalan yanlış iftiralar ya da belki doğru ama acı sözlerle kendini savunması mağdura kesilen ağır ceza bana kalırsa, hiç değilse ayrı duruşmada dinlense belki daha az yaralar. Bizim arkadaşlarımızın oğlu vefat etti ya trafik kazasında, şoför olanın her savunması bir travma, ölenin yakınına bir hançer, her duruşma aileye bir ceza…

  2. Çok şey yazmak isterdim ama bazen susmak konuşmaktan daha çok şey anlatır ama anlayabilene

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags