Doğuma Giden Yol

Doğuma Giden Yol

Yolun her iki yanındaki zeytin ağaçları umut aşılıyor yüreklere. Yetmişinde bile zeytin ağacı dikme heyecanı veriyorlar insana ve dahası yüz yıllarca gümüş yaprakları göz kamaştıracak, zeytininden altın sarısı yağları damlayacak, en güzel sofraların baş tacı olacak zeytinler toplanıp hep birlikte oturulan bir akşam sofrasında bir yandan çaylar dolup boşalırken hoş sohbet eşliğinde çizilip şişelenecekler.

Zeytinler veren bilge ağaçlar… ne kadar da güzeller… Her birinin gövdesi zaman geçtikçe bir heykele dönüşecek. Zaman en büyük heykeltraş sanki, sadece her şeyi eğip bükmüyor aynı zamanda herkesi ve her şeyi yontuyor ha yontuyor.

Kıvrıla kıvrıla ilerleyen yolun her iki tarafına dikilmiş zeytin ağaçları bu toprakların asıl sahipleri olarak her millete kendilerini kabul ettirdiler. Zeytinler her dönem hürmet ve rağbet gördüler.

Kadim kültürü bütünleyen endemik bir ağaç Ege’ de yaşamın bir parçasıyken, küçük siyah zeytinlerini koyun gübresi sanan bir başka Anadolu, kaderine terk edilmişti yüz yıllar boyunca.

Gri toprakları ile Anadolu’ ya hakim olan bozkır Suyu Arayan Adam gibi bir çoğunu hayal kırıklığına uğratıyordu. Kanla sulanmış bu toprakların kitabını yazan tarih, can çekişen bir toplumun baş ucunda Kuran okuyan bir hafızdı ve genç adam bu ilahileri duymuştu arabasında.

Yaşadığı topraklara Ege’ nin doğasına duyduğu hayranlık bir kez daha bulandırdı düşüncelerini. Hayat nerede yaşanmalıydı?

Hayat nerede yaşanmalıydı?

Arabayı kenara çekip umut vaadeden bu yeşil gövdeli, karakterli ağaçlara teşekkür etmek istedi genç adam. Bir gün bir orman yürüyüşünde, arkadaşı durup yine böyle genç fakat bu kez iğne yaprakları olan bir çam ağacının dikensi yapraklarını okşamış, onu sevmiş, ona bir şiir okumuş, el sallayıp yine geleceğini, onun iyi ki orada var olduğunu, onun varlığının kendisine yaşama sarılmak, bu dağlara çıkmak için heyecan verdiğini söyleyerek kocaman da bir öpücük kondurarak gövdesine veda etmişti çam ağacına.

Şimdi kendisi de direksiyonu kırıp arabadan inerek, bu güzel ağaçlara sarılmak istiyordu. Bu yol, bu ağaçlar, buz gibi olmasına rağmen yüzünü okşayan bu rüzgar, güneşin denizin üstünde batarken kırmızıdan laciverte kadar gökyüzünü boyadığı yüzlerce tonu, girintili çıkıntılı kıyıların oluşturduğu bu tablo, radyoda çalan müzik, aklında sevgilisi… İlerlemekte olan sanki araç değil, kontrolünden tamamen çıkmış olmasına rağmen müthiş bir ahenkle yolunu bulmuş gürül gürül akan bir nehir gibi hayatıydı.

Durup bu güzelliği hafızasına kazımak, o keskin, buz gibi havayı içine sindire sindire doyasıya ciğerlerine çekmek istiyordu fakat kendini akan nehrin sularına bırakmış ve durulmaz bir akış içinde varacağı yere duyduğu heyecanı ağır bastığından zeytin ağaçlarını da, batan güneşi de, inci gibi dizilmiş koyları da bir bir geçip durmak bilmeden büyük bir şevkle hemen her şeyi ardında bırakmıştı.

Derler ya hani ‘varmak değildir amaç, yoldur bütün hikaye’ diye. Bu kez yol da çok heyecanlıydı belki ama, hedef daha ağır basıyordu.

Varmak heyecanı içindeki kelebekleri kanatlandırmıştı çoktan. Çoktandır tekdüze devam eden yumak olmuş bir ilişkide bir çıkar yol bulduğunu düşünerek her şeye tüm heyecanı ile yeniden başlamak için bir yüzük almıştı. Şimdi aklında beğenerek aldığı bu yüzüğü, parmağına taktığı anı bir film sahnesi seyrediyormuş gibi zihninde canlandırıyor, daha hızlı varmak isteği ile gaza bastıkça basıyordu.

Yol güzel, varmak değil

Yüzüğü aldıktan sonra bir kitapçıya girmiş orada bir de kahve içmiş, eşlik eden sakin bir müzik ile hislenip epeydir eline almaya fırsat bulamadığı kalemi kontrol edemeyerek kalemin ucuna gelen her sözü yazmaya yetiştirmeye çalışarak kendince çok duygusal olduğunu düşündüğü bir de mektup yazmıştı.

Şimdi aklında yüzüğü verirken mektubu çıkartıp gözünün içine baka baka okuduğu sıradaki resimleri canlanıyordu.

Daha da epey yolum var ama onlar uyumadan varırım eve herhalde, diye geçirdi içinden.

Arabayı park edip merdivenleri heyecanla çıktı, hala ışıklar sönmemişti. Kapıyı açıp da eve girdiğinde tam bir sessizlik hakimdi evde. Çantasını koydu, uzun bir yoldan gelip insanın kendisini en çok güvende hissettiği yere adım atan herkes gibi içini bir mutluluk kaplamıştı. Elini yüzünü yıkayıp eşinin yanına geldi.
-Çocuklar nerede?
-Amcalarına gittiler. Delirtecek bunlar beni. Hiçbir yere gidemeyecek miyim ben bunlarla yaaa? Nereye gitsek orada kalmak istiyorlar.
-Kalsınlar, ne güzel işte! Neden şikayet ediyorsun ki?
-Of yaaa, ayıp canım.
-Amaaan sen de, amcalarına mı ayıp? Boş versene. Sen rahatına bak. Sen nasılsın? Ayakların ne alemde?

Bir an ayaklarına baktı. Davul gibi şişmiş kocaman olmuş ayaklar…

-Ağrıyor mu?
-Bugün hep uzandım. Bir tuvalete gidiyorum, hemen şişiyor, zonklamaya başlıyor.
-Doğsa da şu artık, bitse çile! Ayaklarını ovalayayım mı? İster misin?
-Vallahi, hayır demem.

Ayaklarını ovdu toplanan ödemi yaymaya çalıştı. Ardından da yüzüğü çıkardı. İnce parmaklarına daha yüzüğü takarken içine düşülen cenderede çaresizce debelenen, tutunacak tek bir dalına sımsıkı sarılan ancak tüm gücü tükenmekte olan eşi, hiç beklemediği sırada, bir umutsuzluk anında gelen zarif bir hediyenin yarattığı karmakarışık duyguların apansız boşalmasından ve bir nebze mutluluktan ağlamaya başlamıştı bile.

Mektup

Genç adam mektubunu da çıkarıp okumaya başladı:

Sevgili olalı 16 sene geçiyor. Dile kolay çocuktuk daha o yıllarda ve şimdi ben karlı soğuk bir kış günü Ankara’dan çıkıp yola Ayvalık üzerinden geleceğim sana. Sen karnında yine bir çocuğumuzu taşıyorsun. Taşıyorsun ama ne sıkıntılarla… Ben bütün bunların farkındayım. Attığımız her adımda senin fedakarlıkların var. Her defasında da bu fedakarlıklar yeni kapılar açıyor bize. Çünkü senin yaptıklarının ne kadar değerli olduğunu biliyorum.

Şimdi sen koca göbeğini bir o yana bir bu yana atıyor ve şişmiş ayaklarının şişini indirmek için bir çözüm düşünüyorsun. Bekle güzelim ‘ovalayıcın’ geliyor. Şu aralar zaten elimden gelen tek şey ayaklarını ovalamak.

Yakın bir zaman sonra doğacak yeni bebeğimiz ve yeni evimizde, yeni bir hayata yelken açıp yeni bir serüvene katılacağız. Daha önce zor şartlarda bir çiftlikte kurmaya çalıştığımız, tadı damağımızda kalan heyecan ve güzelliklerle dolu yaşamı bir kez daha yeni evimizde kurmak nasıl da can katacak bize göreceksin. Ama bu kez ütapya sandığımız bu yaşam şekli daha mümkün ve daha sürdürülebilir. Güven bana!

Esas beni heyecanlandıran ise daha da güçleniyoruz. Azalmıyoruz aksine çoğalıyoruz. Bana bütün bu heyecanı veren sendin. Tam 16 senedir sensiz neredeyse hiçbir şey yaşamıyorum.

Bu benim hayatım için hep bir kazançtı. Seninle yazışmak, seninle gezmek, seninle plan yapmak, dil öğrenmek, yemek yemek, beraber bir hayatı paylaşmak ve çocuklarımızı büyütmek…
Umarım bana güzel ve değişilmez gelen tüm yaptıklarımızdan oluşan hayatımız üstüne yeni güzellikler eklenerek devam edecek.

Seni seviyorum.
Kocan

Mutluluk mu?

O gece birbirlerine sımsıkı sarılıp yattılar. Uyanacakları günün getireceklerinden habersizdiler. Mutluluğun alınan doğru kararların, yapılan doğru seçimlerin, atılan doğru adımların bir sonucu olduğunu, doğru yapılan işlerin doğru neticelere ulaştıracağına duydukları mutlak inanç ve özgüvenin sağladığı tarifsiz bir kibir ile huzur içinde uyuyorlardı, sabaha karşı başlayan doğum sancılarıyla gelen ilk tekmeye kadar…

ERSİN EREN

aysaa

Related Posts

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

3 Comments

  1. Hayat ağacı ve Yaşam kaynağı
    Herşey gönlünce olur İnşallah Sevgili kardeşim

  2. Evet hayat insana, şu kısa ömründe, hep bir süpriz yapmayı bekliyor. Sen sadece bekle ve o güzel süprizlere hazırlıklı ol. Hediyenin iyisi ya da kötüsü olmaz derler. Hayat seni düşünmüş ve bir hediye vermiş diyeceksin. Sonra da nasıl oynayacağına bakacaksın galiba.
    Her hayırda bir şer, her şerde bir hayır var mıdır? Elbette vardır. Tabi ki vardır. Kat-i vardır.

  3. Evet Ersincim olan herşeye güzel bakarsak güzelleşiyor herşey.görmek ve bakmak..güzel bakalım ki güzelleşsin herşey.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags