Paşa Yenge

Paşa Yenge

Bir hayatı yazar mısın, yazabilir misin ya da? Var mı öyle kocaman bir yüreğin, vicdanın el verir mi Paşa Yenge’nin hayatını yazmaya mesela? Kelimelere sığar mı ki acaba?

Değil bir ömre, on ömrü olsa bile insanın onuna da çok gelecek bu kadar acıyı, bir yazıya dökmeye vicdanım el vermiş olsa diyelim, senin vicdanın bunu bir çırpıda okuduktan sonra durup düşünmeden yaşama devam etmeye razı gelecek mi? Yani diyeceğim o ki; iyi hissedecek misin kardeşim, gerçeğin ta kendisiyle yüz yüze geldiğinde?

Aradan altmış sene geçmiş, daha dün gibi hatırladığın balalarının masum gözlerinin içine son defa bakıp arkanı döneli. Altmış sene geçmiş de kabuk bağlamamış yaraların Paşa Yengecim. Daha dökülürken ağzından kelimeler, göz yaşların da akıp gidiyor yanaklarına doğru.

Bir evladı bırakıp başka bir evlada ana olmaya seni seçmiş bu coğrafya. Dağların tepelerinde, uçsuz bucaksız ormanların arasında sen, bir başına dünyaya çile çekmeye, sen toprak olup ekilip biçilmeye, sömürülmeye gelmişsin bu dünyaya. Yengelerin paşası olmuşsun olmaya ama, seni yutup almış bu toprak ana. Varsın, feda olsun bir ömür bu fidanlara demişsin, belli ki! Kaderine razı da olmuşsun…

Heyhat yüzüne derin çizgiler çekmiş senin bu zalim hayat. Kalın kaşlar, mahsun bakışlar yuğmuş gözlerine amma velakin kimsecikler görmemiş akan yaşlarını, kimsecikler duymamış ağıt gibi çığlıklarını. Yaşamışsın velhasıl askerdeki piyade gibi, görev gibi, fedai gibi ve sıran geldiğinde ölüme gözünü kırpmadan gidenler gibi…

Toros dağlarının ardı sıra dizilmiş yaylalarında bir sığır olmayı istedim bu hafta, bu yaşlı kadının dertlerine bir insan olarak tanıklık etmek yerine. Bir sığır olup yayılmak otlara, umarsızca yaşamak, başın alıp gitmek tüm dertlerden uzak, tek derdinle baş başa özgürce dolaşmaktı nihayetinde hedefim. Hatta herhangi bir hedef bile anlamsızdı.

Dağların tepelerin içinden fışkırırıcasına akan sulardan kana kana içerken, kendimi bir vampir gibi dünyanın damarlarından akan kanı içip canına can katıyormuş gibi, bir bebeğin ana sütünü emzirip hayat buluyormuş gibi hissettim.

Bu garip adamın Toros dağlarında adım adım çiçeklerle, karış karış otlarla, dal dal ağaçlarla teması her nasılsa, bir ressamın ilham perisiyle tanışması da işte öyle bir şeydi.Yaratma heyecanı verecek kadar çoşkuluydu anlayacağın.

Gezmek güzeldir, geziye çıkmak zevklidir, gezi heyecan vericidir, gezi insana iyi gelir evet ama, gezi tüketmek değildir. Gezi biriktirmektir. Sevdiklerinle paylaşmadıkça anlamını yitirir. Herkesle demiyorum ha yanlış anlama, öyle sosyal medyacı falan bir şeyden bahsetmiyorum. Gözünün içine bakmaktan keyif aldığın sevdiklerinle, beraber bir sofra kurarken kıkır kıkır gülüştüğün, günlerden bir gün ekmeğini bölüşmüş olduğun, kötü gününde başını omzuna dayamış, bir damla göz yaşını karşısında akıtmaktan utanmadığın kadim dostlarınla paylaşmaktan bahsediyorum.

Tüm bu keşmekeşin içinde sıkılmış, bunalmış, kaçacak deliği kalmamış, sırtı başı ağrıyan, yüksek tansiyon, kolestrol gibi problemleri ile gün aşırı bir ilaca bağımlı kalmış dostlarına bir kamçı olsun diye paylaş gezilerini.

Kıskanacaklarmış aldırma. Dost acı söylermiş. Lağım çukurunda bizi yaşamaya mecbur bırakan tüm bu sistemin demir parmaklarını teker teker kırasım geliyor. Günümüzün en verimli zamanlarını elimizden adeta çalıp çar çur eden bu zihniyete isyan etmeyen herkese de isyan edesim var. Geziyorum ve biraz da kaçarak…

Gezi hayatın kendisidir, gezi paha biçilmez bir kavrayışın öncüsüdür.

Keşfetmenin yarattığı sevincin insan doğasına sağladığı birincil etki umut oluyor. Her şeyin daha güzel olacağına dair yürekten arzu ettiğimiz bir umut. İçimizde taşırken bizi hafiflettiğini hissettiğimiz bir umut.

Toroslar binlerce yıl hiç değişmedi, dağlar da, dağları etekleyen yaylalar da, orada dolaşan sığırlar da değişmedi. Hepsi de bizlere anlamsızca, hatta bizden korkar bir şekilde yine bize öylece bakıyorlar. Güvenmediklerini hissediyorum. Haksız da sayılmazlar. Her şeyi kendisine sunulmuş bir nimet sayan ah bu insanlar yok mu? Doğanın bir parçası olamayan bu insanların kibiri hangi gün yitip gidecek acaba…

Ersin EREN

aysaa

Related Posts

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

5 Comments

  1. Yine severek hissederek okudum .yaş aldıkça daha bir doğayla bütünleşmek istiyor insan.herşeyden herkesten uzak.

  2. Çok güzel yazmışsın yine Ersinim yine sular seller gibi alıyor insanı. Ama merak ediyorum hikaye yarım kalıyor şu paşa ninenin kaderden hayatını sen nasıl düştün o yollara onu yarım bırakma işte…
    Ayrıca ben de hep dana olmak istemişimdir:))

  3. Sığır olmak veya dana her ne ise yani aktif olmadan yaşamak, doğanın bir parçası olmayı kabullenerek, ya da bu içgüdü de insana verilmiş bir hisse yani yıkıp yok etmekse görevi bilemiyorum ama sinmiyor içime işte

  4. Yaş almak ve yaşamin etkilerini suretinde yansıtmak Yaşamak ama doğaya zarar vermeden uyum içinde
    Bütun mesele ne istediğimiz
    Haftaya devam
    Selam ve Sevgiler

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags