Doğum mu Ölüm mü
Hayat bir yolculuktur ve yolculuk eğer hazırsanız çok eğlencelidir… Yazarımız kendi yolculuğunu kaleme aldığından bu yana beğenilerek okunuyor. Herkese iyi pazarlar diyor.
Heyecan içinde merdivenleri çıkıyordu.
Tık tık tık…
Sabahın bu erken saatinde insanın içine işleyen soğuk bir hava vardı. Arabanın camları buz tutmuştu. Eşi sancılar içindeydi ve arabaya bindiler ama buzla kaplı camlardan hiçbir şey görünmüyordu ki!
-Aaaaaaaaaaahhhh!
-Ne diyorsun, başladı mı doğum?
-Aaaaaaaaaaaaahhh
-Tamam canım, az daha dayan. -Aaaaaaaaaaaaaaaahhhh
-Hay yarabbi yaaa, az kaldı işte!
Camdaki buzun çözülmesini beklemeyi bırakıp arabanın camını açarak kafasını dışarı çıkartmış, yolu bu şekilde kontrol ederek telaş içinde varmışlardı hastaneye. Eli, yüzü, ayakları buz kesmişti.
-Adınız?
Tık tık tık
-Soyadınız??
Tık tık tık
-TC kimlik numaranız???
Tık tık tık
-Zaten kaydımız varmış beyefendi! Şöyle oturun lütfen, ben servise haber vereyim.
Sarılıp birbirlerine, beklemeye başladılar. Ara ara bastıran sancılar, erken gelmekte olan doğumun habercileriydi. Olsundu, çok da erken sayılmaz, normalden 2-3 hafta önce doğum olsa ne olur ki?
-Aaaaaaaaaaaahhhh, tut, tut, tut beni.
İçinden düşündüğü şuydu: Her şey ne kadar da güzel! Ne şanslıyız! Hem bugün pazar, doğacak en rahat gün. İyi ki çocuklar da evde değiller. Evde olsalardı onları bırakıp da çıkamazdık, sabahın bu erken saatinde de uyandır milleti uyandırabilirsen…
Çok sonraları bile o gün yaşananları her defasında saniye saniye anlatırken bile gerçekten şanslı olduklarına inandığından, bu detayı vurgulamayı asla es geçmezdi.
Çocuklar kardeşleri dünyaya gelmekteyken amcalarında gecenin bir saatine kadar küçük kuzeni ile birlikte uykuya direnmiş, çok da eğlenmişlerdi. İleride kardeş gibi olacakları bağların ilk düğümleri atılmaktaydı ve sabahın bu erken saatinde huzur içinde birbirlerine sarılmış mışıl mışıl uyumaktaydılar.
Gözlerini açtıklarında buz gibi bir gün onları da sarıp sarmalayacaktı. Uzunca bir zaman olan bitenden, saf küçük akılları etkilenmesin, bir travma olmasın diye anneleri kesin talimat verince, herkes bir yandan bütün dengesini yitirdiği halde küçük çocuklara güya hiçbir şey çaktırmadan onlarla oyun oynayarak konuyu gizlemeye çalışmış, çocuklardan gelen meraklı sorular geçiştirilmişti.
Göğüs gerilecek sorunun belirginleşmesinin ardından sorunun esas paydaşları olan anne ve babalarının onlara olup biten her şeyi bizzat anlatmaları beklenmişti.
Oğlan çocuğu değil ama ondan bir yaş daha büyük olan kız yolunda gitmeyen bir şeylerin varlığından şüphe etmeye başlamış ve bunun da hayra alamet olmadığını kavramıştı.
Annesinin her şeyi görüp her şeyi bildiğine kesin olarak inanan oğlan ise ilah gibi gördüğü annesinden kardeşinin ölü gibi soluksuz doğduğu ile ilgili doğrudan bilgi almadan hiçbir olumsuz durum sezinlemeyecekti.
Aralarında yaş farkı çok azdı ve ilerleyen zamanlarda da kimin abla kimin ağabey olduğu hususu hep tartışma konusu olacaktı ama o gün bu konu kendilerine açıklandığında kız, hiç tereddütsüz abla gömleğini giymiş ve oğlan kardeşinin yatağına sokulmuş, kardeşine sarılıp bir süre ağlamış, bu şekilde uykuya dalmıştı. Yıllar sonra o günleri ve ölü gibi soluksuz dünyaya gelen kardeşlerinin aileye katılışını ablaları şöyle anlatıyordu:
Bir Çocuğum Gözünden
Aylardır beklenen o haber alınmıştı. Amcasının evinde kundaklamacalık yapan iki kardeş bekleyemiyorlardı. Bebeğin ellerini yüzünü ayaklarını kapalı gözlerini merak ediyorlardı. Daha fazla beklemek istemiyorlardı. Abla olan ikinci kez abla olacağı için o kadar mutluydu ki!
O gün herkese iyi davranacağına söz vermişti;
bir terslik olmaması için, nazar değmemesi için. Kime ne kadar kızarsa kızsın hep görmezden gelmişti. Annesi elinde puset yerine peçeteyle geldiğinde hala ne olduğunu tam anlamasa da ümitliydi ve o günden bu güne hala ümitli…
O gece kardeşiyle beraber ağladığında merak ediyordu aslında bebeği kucağına alacağı günü. Kulağına adını fısıldayacağı günü bekliyordu. Hastane kapılarında fotoğraflarla avutuyordu kendini.
O gün geldiğinde onu ilk kucağına aldığında orada öyle yıllarca kalabilirdi.
Öyle bir huzur öyle bir güzellik…
Annesi kucağından almasın istedi hiç.
Hep kucağında kalsın istedi. Ne kadar büyürse büyüsün hep o ilk kucağına aldığı hali gibi hep saf hep masumdu kardeşi.
Çok sevdi ablası onu. Her şeyden önce ilk olarak abla demesi için çok çabaladı ve abla diyebilmeyi başardığında çok sevindi.
Her şeyin en çok olanını hak etti çünkü. Dedesi, babaannesi, hepsinin mavi boncuğu ela gözlüsü, ailemizin incisi, bal yanaklı, sarışın bebeği en güzel kızımız en özel kızımız, hoş gelmiş sefalar getirmişti…
Sadece küçücük bir aileyi değil koca bir sülalenin her bireyini derinden sarsan ve ölüm ile doğumu aynı ana sıkıştıran bu sarsıcı olay şöyle gerçekleşmişti: Devamı haftaya Pazar …….
No Comment