Ne Zaman Göç Edecekler ?

Ne Zaman Göç Edecekler ?

Ne zaman göç edecekler acaba diye beklerken bir hayatın içinde bulduk kendimizi. Geçen hafta yarım kalan bir hikayemiz vardı. Git gide bizim olduğunu hissetmeye başladığımız bir hikaye.

Yazarımız Ersin Eren’e başından geçen olayları derinlemesine işlerken, bizlerin de yaşamdan karelere başka açılardan tanık olmamızı sağladığı için teşekkür ediyoruz…

Kaderine doğru adım adım yaklaşmakta olduğu sırada insanın zihninde neler vardır?

Hastaneye gelinmiş, bebeğin sağlıklı bir şekilde annesinin karnından çıkışındaki mucize unutularak olağan bir doğumun başladığı sanılmış ve her zamanki alışageldik düzen içinde doğumhaneye geçilmişti.

Diğer iki çocuğun her iki doğumuna da bizzat katılan ve ilk ağlamadaki o yoğun duygusal paylaşıma, anayla karnından çıkan bebeğin kavuşmasına, emme sırasındaki o tanışmaya bir kez daha tanık olmak isteyen babaya evrak işlerini halletmesi gerektiği bildirilmişti.

Çaresizdi, doğum sırasında eşinin ince bilekli narin ellerini tutmaktan başka yapacağı pek de bir şey yoktu. Ama eşinin yanında olduğu her iki doğumda da doğumun her anını yaşamıştı ve her doğumdan sonra eşine olan saygı ve inancı katmerlenmişti.

Hatta bu doğumlardan sonra her baba adayının doğum olayına bilfiil katılmasının aile içindeki bağları kuvvetlendirdiği fikri zihninde olgunlaşmıştı. Bir anne için doğum gibi unutulmaz anların yalnız geçirilmemesi daha iyiydi. Doğuma kendisinin de katılması konusunda kararlı olmayı tercih etti.

-Hayır burada eşimin yanında kalmak istiyorum. En azından doktor gelene kadar – demiş, ne var ki kendisine doğumhaneye girişin yasak olduğu, her şeyin kontrol altında olduğu!!! Evrak işlerini halletmesi gerektiğinin söylenmesi üzerine ısrarcı olmamıştı. Olayları akışına bırakıp o anda alması gerektiğini düşündüğü en doğru karara yönelip yatış kaydını yaptırmaya aşağı kata inmişti.

İşlemleri halledip bir üst kattaki doğumhaneye doğru yürüdüğü sırada; doğumhane kapısında bekleyen baba olarak hayal etti kendini. Filmlerdeki gibi endişeli hissetmiyordu. Kötü bir şey getirmezdi aklına, her şey bir şekilde iyi olurdu. Islık çalmak istemişti. Yaklaşan kaderine doğru ıslık çala çala ilerlerken aklından geçenler işte bunlardı. Ne çok merdiven!

Tık Tık Tık…

Sabah saat 07:45, buz gibi şubat soğuğu, her yer donuk. Bağrı kor ateşlerle yanarken, içindeki haykıran ses, dünyayı ayağa kaldıracak o çığlık hastanenin bahçesindeki keskin soğukta düğümlendi. Artık eski gücünde olmayan yaşlı, bilge babasını aradı.

-Baba
-Evet?
-…
-Hayrola
-…
-Ne oldu oğlum?
-Biz hastanedeyiz, gelsene…

Uzun boylu sırım gibi oğlu bir köşede yere oturmuş, sırtı duvarda, avuçları şakaklarında, dirsekleri dizlerinde yere bakıyordu. Yüzü kireç gibiydi ve gözleri yana yakıla ağlamaktan kıpkırmızıydı.
-Oğlum! Ne oldu?
Babasının korku dolu yüzünü görünce doğruldu, onun ayarı kaçmış hassas kalbi geldi aklına. Az önce doğumhanede şahit olduğu olayın vahametini belli etmese daha iyi olur diye düşüdü.

Yaslanacak bir sağlam omuz olsa, başını dayayacağı bir omuz, kendisini tamamen bırakacaktı ve işte o anda karşısında çocukluğundaki haliyle taşı sıksa suyunu çıkaracağına inandığı babası duruyordu. Fakat o güçlü adam artık ortalarda yoktu.

Karşısında kayalara çarpılan ahtapot gibi kendini bırakmış, defalarca tekleyip yolda kalmış paramparça kalbine her an yenilecek, bir çocuk gibi ürkek, ne yapılması gerektiğine dair hiçbir fikri olmayan kendi gibi çaresiz bir adam duruyordu. Ne söylenirdi ki?
Ne mi oldu?
Gözler her şeyi anlatmıyor muydu?

Göz göze geldiler. O an iki çaresiz adamdılar. Babası duygu seline kendini bırakmayı tercih ederdi. Oğlu gem vurmayı. Baba olan sorumsuz davranmayı, oğlu üstlendiği göreve sarılmayı.

Baba olan devamlı hayatın anlamını arardı, oğlu ise henüz farkında değildi ama az önce bulmuştu… İkisinin de ortak olduğu belki de tek husus ikisi de annelerinin oğluydular.


İşte o anda birbirlerinin gözünün içine bakmakta ve ölümün yaşamdan evla olmasının zihinlerinde kopardığı fırtınada savrulmaktaydılar.


-Yaşar mı acaba?
(Sessizlik)


-Mümkün değil? Pelte gibiydi? Rengi geldi ama belki 10 belki 15 dakika belki de yarım saat nefes almadı. Yine ağlamaya başladı. Nafile sinir krizleri içinde bir gün evladının ölüp kurtulmasını istiyor olduğu utancı kemirip duruyordu benliğini.

Ölümün Yaşama Tercih Edildiği Böyle Zamanlarda

Hem doğan için hem onu sevenler için ölümün yaşama tercih edildiği böyle zamanlarda kişinin saniyenin onda birinde kaç yüz tane olasılığı düşündüğü, kaç resmi hafızasında canlandırdığı ve tüm sezgileri ile ulaştığı sonuca saygı gösterilmesi gerekirdi.

Herkesin ölmeyi tercih ettiği bu tür durumlarda tek bir kişinin bütün düzeni yıkarcasına, kadere isyan edercesine her zorluğa göğüs gerip büyük bir savaşı göze alması, taşıdığı umutlar çok daha büyük bir saygıyı hak ediyordu.

Ölse miydi, yaşasa mıydı? Bu soruyu kendi kendisine sormayan tek bir kişi vardı : Anne…

O anne herkesin paramparça olduğu, ağlayıp birbirlerine sarılıp ayakta kalabilmek için bir omuza dayanmak zorunda oldukları o saniyelerde, hiç umutsuzluğa kapılmadan, dimdik durup evladı için vereceği ve yıllar sürecek bu savaş için zırhlarını kuşanmakta, kılıcını bilemekte, kalkanlarını yere vurmakta ve savaş türküleri söylemekteydi.

Oysa ki; merdivenin bir köşesinde henüz birkaç saat öncesine kadar kendisine sonsuz güven duyan bu adam yerle bir olmuş, elleri şakaklarında o anda zihninde kopan fırtınaya kapılmış, gözünden akan yaşlar, midesindeki bulantı ile hep aynı soruyu sorup duruyordu kendine: Ölse miydi? Yaşasa mıydı???


İyi bir baba ve iyi bir eş olarak nasıl düşünmesi gerektiğini bilemiyordu. Bu karşıtlığın, bu içinden çıkılmaz çelişkinin ve yaşadığı paradoksun altında ezilmişti.

Erdemli bir insanı anlatmak mümkündür. Ama onun gibi davranmak hiç de kolay değildir. Bunun bilincindeydi ama pespembe doğmuş el kadar bebeklerinin yaşaması ve ölümü arasındaki uçurumda kafasındaki fırtınanın kendisini böylesine paramparça edebileceğini de hiç düşünmemişti.

aysaa

Related Posts

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

İsviçre Alpleri’nde Panoramik Bir Tren Macerası

İsviçre Alpleri’nde Panoramik Bir Tren Macerası

No Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags