Tekne

Tekne

Aganta burina burinata

Eğer bir gün yaşam biçiminizi sorgular buluyorsanız kendinizde, bir şeylerin eksik olduğunu düşünüyorsanız ve hayatınızda her şey tamam göründüğü halde tatsız tuzsuz geliyorsa yaşamak, heyecanınız azalmış, merakınız tükenmiş veya martıların çığlıkları bile kıpır kıpır ettirmiyorsa kalbinizi, hele hele Ege’de yaşıyorsanız, hayatınıza denizi çok daha fazlasıyla katma zamanı gelmiştir, meçhule giden bir gemi limandan kalkmadan…

Genelde masmavi olduğu tasvir edilir ama ona hayran olanlar bilirler ki; günün durumuna göre pembe, turuncu, kırmızı, sarı hatta yeşil ya da lacivert, gecelerde ise siyah ve yaldızlı pırıl pırıl halleri ile adeta bir renk cümbüşüdür denizler. Günün her vakti, seyir halinde olduğun her dem, sana kendini farklı hissettirmek için kendi derinliklerinden gelen heyecanı da dinginliği de, güneşten aldığı enerjiyi de, havasındaki iyot kokulu müthiş saflığı da, fırtınasındaki sonsuz gücü de içinize işler ve sen insanoğlu, duygu durumundaki değişkenliklerle beraber yaşamaya dair inancını, var oluşundaki gizemi sorgulamaya başlarsın. Esasen tanrısal bir güce yakınsındır…

Akdeniz ise kıtaların arasına usul usul sokuluyorken Ege Denizi bir kol yapıp irili ufaklı saymakla bitmeyen, birbirinden güzel koyları ile yeryüzünün en müstesna güzelliklerini sunuyor bizlere. Peki ya bizler! Bizler bu kıymetli coğrafyanın hakkını verebiliyor muyuz?

Hani diyor ya şairlerin şairi; Dörtnala gelip Uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan /
Bu memleket, bizim.

Bizim mi gerçekten? Peki bizimse, nasıl oluyor da bu kadar sırtımızı dönüyoruz bu denizlere, düşünmeden günün her vakti içine dalmak yerine.

Kaçımız biliyor ki; derinliklere dalmayı, kaçımız biliyor hangi mevsimde hangi balığın yeneceğini, kaçımız yelkeni, rüzgarların yönünü, akıntının gücünü…

Kaçımız kürek çekti hayatında veya küçük de olsa bir motorun ipini çekerek çalıştırıp yol aldı. Gemici düğümünü dahi bilmeyenleri kovalamak lazım Ege’den; oltaya kurşun takmayı bilmeyenleri, oltadan balık çıkarmayı bilmeyenleri de.

Ege’de yaşıyorsan kardeşim, kimse kusura bakmasın; ben de dahil olmak üzere söylüyorum, hakkını vereceksin. Dünya’nın abartısız en güzel, yaşamaya en uygun coğrafyasında hayat süreceksin ve iskele neresi,sancak neresi bilmeyeceksin mesela, ya da bir tekne bir koya nasıl yanaşır umrunda olmayacak öyle mi, ya da ne bileyim, en basitinden mesela bir ipi diğer ipe bağlamayı bile, bilemeyeceksin ha; yüzünün kızarması lazım insanın, hem de kulaklarına kadar.

-Sen ön tarafa bak, kumluk mu?
-Az daha gel. Gel, gel, gel. Tamam bırak şimdi çapayı.
-Kumluk değil mi orası? Takılmasın kayalara çapamız, bak sonra halimiz nice olur!
-Yok kaptan tamamdır. Kumluk yere bıraktık çapayı.
-Ha şöyle.

Demem çapanın bırakılacağı yerin de önemi varmış, vay anam vay be!

Rüzgara, dalgaya yüzümüzü verip durduruyoruz motoru, güvenli bulduğumuz bir koyda. Burası Mimoza koyu, Karaburun’da. Denizin şıpırtısı, rüzgarın esintisi, güneşin sıcaklığı nüfus ediyor insanın tenine.

Önce denize girmek lazım. Günün her aşamasında dalıp çıkıp kendine gelmek ayarlarını yenilemek gerekiyor lakin. Yani şöyle programlıyor insan kendisini; kahvaltı hazırlamaya başlamadan önce atıvereyim kendimi pırıl pırıl sulara, nitekim eğer teknedeyseniz, geceyi sakin bir koyda geçirmek için demirlemişsinizdir herhalde ve o koy muhteşem bir koydur genellikle ve de sabahın uyku mahmurluğunu atmamın en hızlı ve heyecan veren yolu en kısa zamanda atlamaktır suya.

Teknedeyseniz denize girip çıkmak elini yüzünü yıkamak gibi olağan, üzerine düşünmeden yaptığınız sıradan bir faaliyettir ve her zahmetli işten sonra da atlayıvermek duygusu, yine yeniden kabarıverir insanın içinde. Kahvaltıdan sonra mesela büyük bir iş görmenin saadeti ile bir daha suyun içinde buluverirsin kendini ve kahvaltıyı topladıktan sonra da. Bulaşıkların ardından da aynı şey olur. Yani işin gücün denize girip çıkmaktır teknedeysen.

Ama kaptanların işin pek çetindir. Onlar her türlü olumsuz durumu önceden sezmekle görevli kılınmış ve çevresindeki herkese de güven aşılaması gereken doğaüstü güçleri olduğu varsayılan çok mühim şahıslardır. Hele hele denizdeysen rahat olup olmayacağını onların yüz ifadesinden anlayabilirsin sadece. Denizin sahip olduğu o müthiş gücün şaka kaldırır yanı yoktur. Saniyeler içinde yok olmaya epey yakın olduğun bir mecradasın kardeşim. Hayatın tam orta yerinde ve ölümün soğukluğu da hemen ensendedir. Sonsuz dalgaların müthiş dansına eşlik etmektesindir.

Şairin dediği gibi;

Heeeey! Ne duruyorsun be, at kendini denize; Geride bekliyenin varmış, aldırma; Görmüyor musun, her yanda hürriyet; Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol; Git gidebildiğin yere.

Ersin EREN

aysaa

Related Posts

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

4 Comments

  1. Tekneye olmasa da direksiyonu denize kırdım
    Hamsi ile Sardalyayı ayırt edemeyenler
    Lütfen denizi kirletmeyin

  2. Beni hep bu Ege Denizi bozdu. Denize saatlerce bakıp, kafandan hiçbir düşünce geçmiyorsa, kıvamını biraz kaçırmışsın demektir benim gibi. Bazı arkadaşlar formül istese de formülü yok. Görme yeteneğimi kaybetsem, denizin esintisi, yosun kokusu ve pancar motorlu balıkçı teknesinin sesi ile denizi seyretmemin mümkün olduğunu düşünüyorum. Eğer birgün denizde hayatım sonlanırsa bilinsin ki en mutlu benim, tabi ki biraz gecinden olsa iyi olur. Denizdeki kaçırdığım her dalgayı kayıp olarak düşünüyorum. Uzun lafın kısası, Ege Denizi adamı bozar…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags