Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Yaşamın zorlu dalgaları karşısında bazen sığınak ararız; bazen de dalgalarla dans etmeyi öğreniriz. Ebru Janssens Kayan’ın hikayesi, işte tam da bu dansın bir örneği.

2002 yılında Türkiye’den Hollanda’ya yeni bir hayat kurmak için adım atan Ebru, yıllar içinde sadece yeni bir dil ve kültürle değil, aynı zamanda hayatının en büyük mücadelesiyle de yüzleşti: Meme kanseri.

Bu röportaj, Ebru’nun kanserle olan mücadelesini, Hollanda sağlık sistemi içindeki deneyimlerini ve bu zorlu süreçte nasıl bir iyileşme yolculuğu geçirdiğini konu alıyor.

Ebru, zorluklar karşısında umudunu nasıl koruduğunu, sağlık sisteminden aldığı desteği ve bu süreçte kendisine nasıl bir yaşam felsefesi edindiğini bizimle paylaşıyor.

Kendinizden biraz bahseder misiniz? Hollanda’ya taşınma serüveniniz nasıl başladı?

Ben Ebru Janssens Kayan. 2002 yılında, evlilik sebebiyle Hollanda’ya taşındım. 22 yıldır Eindhoven’da yaşıyorum. 1992-1996 yılları arasında Mimar Sinan Üniversitesi’nde Şehir ve Bölge Planlama bölümünde okudum. Üniversitenin son yılında, Türk Hava Yolları’nda hostes olarak çalışmaya başladım.

Toplam 6 sene süren hosteslik kariyerimin son senesinde, Hollandalı eşimle bir gece uçuşunda tanıştım. Eşim, Bangkok’tan dönerken, benim görevli olduğum uçuşta yolcuydu ve ilk sohbetimiz hemen aramızda güçlü bir bağ oluşturdu. Bu tam anlamıyla ilk görüşte aşktı. Daha sonra eşim,  yolcu olarak uçtuğu bir başka uçuşta, bir uçak görevlisi aracılığıyla, yazdığı mektubu bana ulaştırdı ve bu, aramızdaki ilişkinin başlamasını sağladı. Bu mektuplaşma sonrası her şey çok çabuk ilerledi ve bir yıl içinde evlenmeye karar verdik. Bunun üzerine, işimden ayrılıp 2002 Ekim ayında Hollanda’ya taşındım.

2004’te kızımız dünyaya geldi. Şu an 20 yaşında ve üniversite ikinci sınıfta okuyor. Ayrıca eşimin ilk evliliğinden üç yetişkin çocuğu ve onlardan iki torunumuz var. Dolayısıyla ben de genç anneanne olmuş oldum.

Hollanda’daki kariyeriz nasıl başladı?

Geldikten hemen sonra, Hollandaca öğrenmeye başladım. O dönemde Hollanda, yeni gelenlere dil öğrenimi için 1,5 yıl kadar, haftada 5 gün ücretsiz eğitim veriyordu. Bu sayede, ilk yılımda Hollandaca’yı oldukça hızlı bir şekilde öğrendim, kendimi geliştirdim ve okuldaki farklı milletlerden arkadaşlarla çok renkli ve keyifli bir sosyal hayatım oldu. 

Dil eğitimim süresince ve sonrasında, pek çok alanda girişken davranmış, bir Rus arkadaşımla birlikte Hollanda televizyonunda yayınlanan dilbilgisine dayalı bir yarışma programında ödül almış, yazın boş durmayıp bir dağıtımcı firmada paketleme yapmış ve hamileliğimin son aylarında gönüllü olarak bir kreşte çalışmıştım. İşbaşvurumda, eğitim ve iş tecrübemin yanı sıra, en çok da bu deneyimlerim, Hollandalı işverenimin dikkatini çekti. Şehir plancısı olarak tecrübem olmamasına rağmen, girişimci ruhum, merakım  ve öğrenmeye istekli olmam, onları beni işe almaya ikna etti ve ben, ilk iş başvurumda işe alınmış oldum. Hollanda’daki yeni kariyerime böylelikle pozitif bir başlangıç yaptım.

Şu anda Brabant bölgesindeki bir belediyede yaklaşık 18 senedir şehir plancısı olarak, parttime çalışıyor; inşaat, çevre, yıkım, ağaç kesimi gibi alanlarda gerekli olan izinleri veriyorum.

Profesyonel iş hayatımın yanı sıra, son 12 yıldır Turkish Professionals Network Eindhoven (TPNE)’in yönetim kurulu başkanlığını yapmaktayım.

TPNE, Türkiye kökenli profesyonelleri bir araya getiren, onlar için sosyal, kültürel aktiviteler düzenleyen, bilgi alışverişinde bulunmaları için platform sunan, Eindhoven’daki kurum ve kuruluşlarla sıcak bağlar kuran, kâr amacı gütmeyen bir dernek. Hepimiz bu dernekte gönüllü olarak çalışıyoruz.  

Beni tanımlayan bir başka konu da fotoğraf hobim. Yıllardır aldığım kurslar ve eğitimler sonrasında, kendime bu hobiyle yakından ilgilenenlerden oluşan güzel bir çevre kurdum.

Son bir senedir de bir fotoğraf kulübüne dahil oldum. Daha önce katıldığım bazı karma sergilerden sonra önümüzdeki sene bu kulüple de bir sergimiz olacak.

Fotoğraf, sayesinde güzel olanı görebilme disiplini edindiğim, beni oldukça rahatlatan, mutlu eden, uğraşırken kendimi ve zamanı unuttuğum, hobiden çok daha fazla birşey, bir tutku haline geldi yillar içinde. Ayrilmaz bir parçam oldu artık.  

Ayrıca, bir senedir pazartesi akşamları Harmonie Pop Müzik Korosunda şarkı söylüyorum ve zaman zaman mini konserler veriyoruz. 

Hollanda sağlık sistemiyle ilk karşılaştığınızda Türkiye’deki sistemle karşılaştırmalar yaparak neler düşündünüz? Neden Hollanda sistemi iyi sizce?

Hollanda’ya ilk geldiğimde, sağlık sistemine dair bazı tereddütlerim vardı. Çoğu göçmen gibi, ben de başta Hollanda sağlık sistemine biraz mesafeli ve şüpheci yaklaştım. Özellikle bir anne olarak çocuğumun sağlığı söz konusu olduğunda, onun için en iyisini istiyordum ve herhangi bir rahatsızlık durumunda hemen müdahale edilmesini bekliyordum.

Türkiye’de hostesken, en ufak sağlık sorununda bile hemen en iyi hastanelerde tedavi görme imkanına sahiptik. Ancak Hollanda’da, özellikle aile doktoru aşamasını geçmek, bazen “tiyatroculuk” gerektirebiliyor; bir uzmana görünebilmek için endişelerinizi ve ağrılarınızı abartmanız gerekebiliyor. Bu biraz zorlayıcı bir durum.

Hollanda sağlık sisteminde, mesela gribe karşı “ilaçla 7 günde, ilaçsız 1 haftada geçer” yaklaşımı hakimdir. Sağlık konusunda mümkün olduğunca minimal müdahaleyi tercih ederler ve vücudun kendi kendine iyileşmesine büyük önem verirler. Bu, Türkiye’deki sistemle kıyaslandığında oldukça farklı bir yaklaşım. 

Eşimin Hollandalı olması, ve buradaki sistemi iyi bilmesi büyük avantaj sağladı. Daha önce üç sağlıklı çocuk yetiştirmiş bir baba olarak, beni sık sık rahatlattı ve Hollanda sağlık sistemine adapte olmamda yardımcı oldu.

Artık çok iyi biliyorum ki, Hollanda’da, eğer gerçekten ciddi bir sağlık sorununuz varsa, sağlık sistemi inanılmaz derecede hızlı, bütüncül, destekleyici ve etkili. Bu gerçekte, uzman doktorların kendi islerini yapabilecek zamanı bulabiliyor olmasının ve aile doktoru sisteminin onların yükünü hafifletiyor olmasının da katkısı var. Özellikle uzun vadede, bu sistemin sağladığı avantajları ve rahatlığı görüyorum. Hatta minnettarım diyebilirim. 

Meme kanseri tanısı aldığınız anı öğrendiğinizde yaşadığınız ilk duygular nelerdi ve bu durumu kabullenme süreciniz nasıl gelişti?

Geçen yılın 18 Ocak günü, benim için bir milat gibi oldu. O akşam, TPN-E’nin düzenlediği yeni yıl resepsiyonuna katılmam gerekiyordu fakat öncelikle rutin sağlık kontrolüm için mamografi randevum vardı. Annemin yıllar önce meme kanseri nedeniyle vefat etmiş olması sebebiyle, 40 yaşımdan beridir her yıl düzenli olarak bu kontrolleri yaptırıyorum. O gün, her zamanki gibi bir şey çıkmayacağını düşünerek saat 3 gibi, tek başıma, mamografi randevuma gittim. 

Mamografi sonrası, ultrason çekilmesi gerektiğini söylediler. Saat 4’e yaklaşıyordu ve ultrasonda 2,5 cm boyutunda bir kitle gördüklerini belirttiler. Biyopsi yapılması gerektiğini, ancak saatin geç olduğunu söylediler. Ben oradan ayrılmayı reddettim ve ısrarla hemen biyopsi yapılmasını istedim. Ne iyi ki bu isteğime kulak verdiler ve ben eve gidip biyopsi için ertesi günü beklemek zorunda kalmadım.

Akabinde, mesai bitiminden biraz önce, eşimi aramamı ve yanıma gelmesini söylememi istediler. O  an alışverişte olan eşimi arayıp durumu anlattım ve o da şaşkınlık içinde geldi. Uzman hemşire, biyopsi sonucu çıkmadan net bir şey söyleyemeyeceklerini, sonuçların ertesi gün belli olacağını belirtti. Her sene düzenli kontrol edilmeme rağmen, bir yılda bu kadar büyüklükte bir kitlenin oluşması, hızlı bir gelişimi olduğunu ve pek de hayra yorulamayacağını gösteriyordu benim hissime göre. 

Evde endişeyle zor bir gece geçirmektense, kafamı dağıtmak için eşimle birlikte resepsiyona gitmeye karar verdim. Durumumu bilen yönetimden arkadaşlarım benim “normal”, hatta eğlenceli bir akşam geçirmem için ellerinden geleni yaptılar sağolsunlar. Ertesi sabah erkenden, dijital dosyama biyopsi sonucu yüklenmişti. Benim yerime erkenden uyanarak dosyama bakan eşimden, maalesef kanser olduğumu öğrendim.

Bu haberle yüzleşmek, yıllardır içimde taşıdığım bir korkuyla karşı karşıya gelmekti. Annemin de benzer bir mücadele yaşadığını ve üniversite yıllarımda onu kaybettiğimi bir türlü aklımdan çıkaramıyordum. 

Kızımın da benimle aynı yaşlarda ve hatta aynı eğitim dönemi içinde  olduğunu düşününce, hayatın döngüsü hakkında düşünmeden edemedim. Önceki yıllık kontrollerimin temiz çıkmasına rağmen, şimdi bu teşhisi almış olmak beni şaşırttı ve korkuttu.

Bilmeyenler için; her 7 kadından 1’inde görülen meme kanserinin üç türü var:

  • Hormon hassasiyeti olan meme kanseri; östrojen ve progesteron hormonlarından beslenir. %70-75 oranla, en yaygın görülen meme kanseri türüdür.
  • Protein hassasiyeti olan meme kanseri. Bunun tedavisinde genelde immunoterapi de uygulanır.
  • Triple negatif; yani ne hormon ne de protein hassasiyeti olan, tedavisi nispeten daha zor olan tür.

Benim kanserim hormon hassasiyetine sahip olan türdü. Eşim internetten araştırma yaparak, bu türün genellikle en iyi bilinen ve kolay tedavi edilebilen tür olduğunu buldu. Bu bilgi bize bir nebze de olsa rahatlama sağladı.

Aynı gün, doktorumla görüşmek ve sonucu ondan duymak için hastaneye gittik. Teşhisi teyid etmekle  birlikte, tedavi planımızı öğrenmeden önce bir hafta daha beklememiz gerektiğini söylediler. Bu süre içinde MR çekilerek tümörün gerçek büyüklüğü ve lenflere yayılıp yayılmadığı belirlenecekti.

Bu bir hafta boyunca özellikle geceleri kafamda birçok soru dolaşıyordu: Ne olacak, nasıl bitecek? Önümde aşılması gereken koskocaman bir dağ var gibi geliyordu bana.

Sonunda, tedavi planımızı öğrendik: İlk olarak 6 ay kemoterapi (toplamda 8 kür; ilk dörtlü ikişer hafta arayla, ikinci dörtlü üçer hafta arayla), ardından meme koruyucu ameliyat yapılacaktı.

Memenin tamamen alınması, gerçekten gerekmedikçe, asla yapılmıyor çünkü bir kadın için göğüslerin önemi büyük. Ardından 15 seans radyoterapi ve hormon hassasiyeti göz önünde bulundurularak, 5 yıl süreyle koruyucu hormon tedavisi önerildi. Kanser ne iyi ki lenflere sıçramamıştı. Doktorum, bu tedavi uygulandığı taktirde bana %100 iyileşme şansı veriyordu. 

Bu uzun süreci, bilhassa kemoterapi almam gerektiğini, bu sebeple saçlarımın da döküleceğini  duyduğumda çok sarsıldım ve doktorun yanında ağlamaya başladım. Çünkü, ameliyatla kitleyi alırlar, üstüne radyoterapi ile biter gider diye ummuştum.

Kemoterapinin, 15 yıl sonra hayatta kalma şansımı %5- %6 arttıracağını duyduğumda, artık bundan kaçamazdım…63 yaşımda hayatta kalabilme şansımı yükseltmek için her önlemi almaya niyetliydim. Bu süreci anlatmak için hemen bir Instagram hesabı açtım. Her ne kadar çok  zorluklar yaşasam da, bu hesap benim için bir umut kaynağı oldu. Hesabimın adı: Dumspirospero18123. Latince “nefes alıyorsam, umut vardır” demek. Sonundaki sayılar da milat kabul ettiğim tarih.

Tedavi sürecinde karşılaştığınız en zorlu anlar nelerdi ve bu anlardan nasıl güç buldunuz?

Tedavinin kendisiyle ilgili pek çok fiziksel ve ruhsal zorluk yaşadım, ancak belki de en zorlandığım şey, durumu kızıma açıklamak oldu. Annemin kanserden vefat etmiş olması, bu konuşmayı daha da zorlaştırıyordu. Kızımın, kendisinin de benzer bir kaderi paylaşabileceği korkusuyla yüzleşeceğini düşünüyordum. Bu konuşmayı yapmak, hayatımda yaptığım en zor şeylerden biriydi. Ancak bu süreçte son derece net ve dirayetli olmaya çalıştım.

Hatırlıyorum; ona, “Üniversite hayatını böyle bir durumla gölgelemek zorunda kaldığım için çok özür dilerim” dedim. Onun, bu dönemi sorunsuz, kaygısız geçirmesini çok isterdim. Ancak bu, kontrolüm dışında gelişen bir durumdu. Ona, “Ne olursa olsun, tüm enerjimi, gücümü kullanacağım ve annemin bana yaşattığı durumları sana yaşatmayacağım. Belki bir süre zorlanacağız, ama ben senin hayatında olmaya devam edeceğim ve bunun için elimden geleni yapacağım” dedim.

Kızımın ağladığını, üzüldüğünü görmedim, sanırım bana güvendi. Ona her zaman durumun iyi tarafını göstermeye çalıştım. İyi bir planlamayla, kemoterapi sonrası yaşadığım sancılı dönemleri ondan sakladım. O sıralar üniversitedeydi ve bu zor zamanları mümkün olduğunca hafta sonlarına denk getirmemeye çalıştık ki o olabildiğince az etkilensin.

Bir başka zorluk ise saçlarımı kaybetme gerçeğiyle yüzleşmek oldu. Kemoterapinin saç dökülmesine neden olacağını öğrendiğimde derinden sarsıldım. Saçların, özellikle bir kadın için, sadece fiziksel bir özellik olmadığını, aynı zamanda kişisel kimliğin ve özgüvenin bir parçası olduğunu o an daha iyi anladım. Menapoza da girecektim tedavinin etkisiyle ve daha birçok öngörülemeyen yan etkileri olacaktı kemonun, geri dönülemez tahribatlar yaratabilirdi bedenim için.

Bu zor haberin üzerine, kemoterapimin başlayacağı tarih belli oldu, teşhisten tam üç hafta sonra başlayacaktı ve ilginç bir şekilde bu tarih, Türkiye’de büyük bir depremin yaşandığı döneme denk geldi. Bu, benim için, yaşamın ne kadar kırılgan olduğunu ve umudun önemini bir kez daha hatırlattı. Depremde hayatını kaybeden insanların sahip olamadığı umuda sahiptim ben.

İkinci kürden sonra saçlarım parça parça dökülmeye başladı, ilacin etkisiyle zaten bulanan midem ve ruhum bunu kaldıramıyordu. Saçlarımın dökülmesini kabullenme sürecim, Mart ayı başlarında, bir kuaför ziyaretiyle başladı. Onlar tamamen dökülmeden, ben onları kazıtmaya karar verdim. Bu, hem fiziksel hem de duygusal olarak kendimi tedaviye hazırlamamın bir yolu oldu. 

Kuaförde saçlarımı 3 numaraya vurdururken gözlerimi kapattım. Makina sesini, kafa derimden ayrılan saçların geride bıraktığı serinliği unutmam mümkün değil. Gözlerimi nihayet açtığımda aynadaki yansımama hayran kaldım, feminist entellektüel yazar görünümündeydi karşımdaki yeni ben; kendimi daha hafiflemiş ve büyük bir yükten kurtulmuş hissettim. 

Kuaförümün, “Siz çocukken hiç düşmediniz mi? Kafanızda bir çukur bile yok” demesi ve eşimin hayran bakışları, esprilerle ortamı yumuşatması, hayatın beklenmedik anlarında bile güzellikler bulabileceğimizi hatırlattı. Bu deneyim, kendimde yeni bir güç ve direnç keşfettiğim, beklenmedik bir şekilde aydınlanma yaşadığım bir andı. Bana, bazen korktuğumuz değişimlerin aslında bizi özgürleştirebileceğini ve güçlendirebileceğini gösterdi. Bu, özellikle en zor zamanlarda, umudu ve cesareti korumanın önemini anlamamı sağladı.

Hollanda’daki sağlık çalışanları ile ilişkileriniz ve onların desteği, tedavi sürecinize nasıl bir etki yaptı?

Instagram hesabım üzerinden paylaştığım her bir gönderi, kanserle mücadelemde bir ışık, umut kaynağı oldu. Her bir fotoğraf ve satır, bu yolculukta karşılaştığım zorlukları, sevinçleri ve ümitleri açıklıkla anlatıyor. Türkiye’den dostlarım, iyi niyetle “Türkiye’de tedavi ol” tavsiyesinde bulunsalar da, ben hiçbir zaman Türkiye’ye gitmeyi düşünmedim

. Benim için en önemli şey, evimin hemen yanı başındaki (3 km mesafede) Catharina Hastanesinde, sevdiğim insanlara yakın ve güvendiğim doktorların, sağlık çalışanlarının elinde olmaktı. Yemyeşil bir ortamdan arabayla sadece 5 dakika içinde eve dönebilmenin rahatlığını yaşıyordum. Istanbul’daki yakınlarımın yaşadığı deneyimlerden, hastaneler arası mekik dokumanın ne kadar zor olduğunu biliyordum. Hollanda’da kanser tedavisi sigorta kapsamında olduğu için bu süreçte hiçbir ücret ödemedik.

Komşum, kanser araştırmaları alanında çalışıyordu ve ben hastalığımı öğrendiğim anda ilk iş onun kapısını çaldım. Bize hangi doktorların “iyi” ve deneyimli olduğu konusunda bilgi verdi ve sorulacak sorulardan bahsetti. Hatta istersek, başka bir hastaneden ikinci bir görüş alabileceğimizi söyledi. Hastaların bilinçli olmasını ve tedavi süreçlerine aktif katılım göstermesini teşvik eden bir sistem var burada ve doktor tercihi de yapabiliyorsunuz.

Hollanda’da iyi işleyen sistem sayesinde, tedavim hakkında karar verilmesi sadece bir hafta sürdü. İkinci bir görüş almak için Amsterdam’da kanser hastalıkları konusunda uzman Anthony van Leeuwenhoek hastanesine de kolaylıkla yönlendirildik. Orada aynı gün içinde yapılan tüm tetkikler sonucunda, bize Eindhoven’da önerilen tedavi onaylandı.

Antoni van Leeuwenhoek; Gevel

Bu süreçte, hastalıkla mücadelede pozitif kalmaya çalıştım. İkinci görüş için gittiğimiz gün, sonuçları beklerken, eşimle alışveriş merkezine gidip kendime (smiley) gülümseyen yüzler olan küpeler aldım. Bu küpeler, benim için sadece bir aksesuar değil, aynı zamanda her gün aynaya baktığımda, beni herşeyin iyi olacağına inandıran bir umut simgesi oldular, zorlu günlerde bile yüzümde bir gülümseme yaratmayı başardılar. Aldığım küpeleri uzman hemşireye gösterdiğimde bana “siz bu süreçten güçlenerek çıkacaksınız, emin olun”’ dedi ve bana bu yolculukta yalnız olmadığımı, her adımda desteklenip güçlendirileceğimi hatırlattı. O ve onun gibi karşıma çıkan tüm sağlık çalışanları çok sıcakkanlı ve yardımcıydılar.

Tedavi sürecinde, hem Türk topluluğundan hem de Hollandalı toplumdan aldığınız destek hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Kanserle mücadele ederken, en başta eşimin desteği, anlayış ve sabrı, herşeye mizahi yaklaşımı, ortamı yumuşatması, doktorlarla iyi iletişimi benim için çok önemliydi. Eşim ve kızımla birlikte güçlü bir takım olduk biz tedavim boyunca. Buna minnettarım.

Her milletten arkadaşım oldu, aynı tedaviyi gören. Bir tür kader arkadaşlığı bizimki.  Bazıları, kanserleri hakkında sessiz kalmayı tercih ederken, ben paylaşmayı seçtim. Her bir gönderi, kendi hikayemi anlamlandırmama ve belki de başkalarına ilham olabilecek bir şeyler paylaşmama vesile oldu.

Tedavi sürecimin her aşamasını detaylıca anlattım ve her paylaşımımın sonunda desteğinizi eksik etmeyin diye çağrıda bulunmaktan çekinmedim. Bu sayede, dokuz aylık zorlu mücadelem boyunca evim hiçbir zaman çiçeksiz kalmadı. Arkadaşlarım, yakınlarım sık sık ziyaretime geldiler, kartlar ve mesajlar gönderdiler ve bu süreçte bana moral verdiler. Hem ben bu şekilde yayın yaptıkça, herkese tek tek aynı hikayeyi defalarca anlatmaktan da kurtulmuş oldum.

Her kemoterapi seansımdan önce bana kart gönderen, kendisi de aynı hastalığı atlatmış Hollandalı arkadaşımın jesti, bu süreçte beni en çok etkileyen detaylardan biriydi. Evime gönderilen birçok kart, tedavim boyunca evimde bir köşede asılı kaldı. Her yeni kart geldiğinde, bu zorlu yolculukta yanımda olan dostlarımın varlığını hissettim ve bu destek, moralimi yükseltti. Uzak mesafeden güzel enerjiler ve dualar gönderen tanıdık- tanımadık birçok insan oldu. 

İnsanlar, kanserle mücadele eden birine nasıl davranacaklarını, ne diyeceklerini bilemeyebilir, bu çok normal. Ben de uzun süre nasıl davranacağımı bilemedim. Kalabalık ortamlardan kaçındım çünkü orada sarfedilen her kelime, kafamda daha fazla soru işareti yaratıyordu. Açıkça her şeyi yazmak ve paylaşmak, bu karmaşık duyguları bir nebze olsun hafifletti.

Kanser hastalarına nasıl yardımcı olabileceklerini bilmeyen insanlara en değerli tavsiyem, açıkça sormaları olacaktır. Seni düşünüyor, sana yardım etmek istiyorum mesajını verip, hasta olan kişi acaba kendilerinden ne bekler diye samimiyetle sorsunlar. Seni nasıl mutlu edebilirim diye sormak o kadar da zor olmamalı. Boşlukları kendileri doldurmasınlar. Evde ziyaret, hediye almak, dışarıya çıkmak, yürüyüş yada sadece mesajlaşmak, telefonla aranmak…Ne istediğimi belirlemekte özgür bırakılmak, benim için büyük bir rahatlık oldu.

Bu süreçte, kanser hastalarını mutlu etmeye yönelik bir vakfın  gönderdiği kocaman hediye paketi de unutulmaz bir andı. Bu paket,  uzun süre görüşmediğim eski bir iş arkadaşımdan gelen güzel bir sürprizdi. Yakın bir arkadaşım ve eşinin davetiyle birlikte yaptığımız haftasonu kaçamağı ve otel konaklaması hediyeleri de çok tatlı gelmişti bana ve eşime. Küçük, büyük bu jestlerin her biri, bu zorlu mücadelede yanımda olmanın bir simgesi olarak, bana moral ve güç verdi.

Kanserle mücadele eden diğer bireylerle bağlantı kurma fırsatınız oldu mu ve bu deneyimlerinizden neler öğrendiniz?

Tedavi sürecimde, hastanenin bütüncül yaklaşımı sayesinde, sadece bir kanser hastası olarak değil, çok yönlü ihtiyaçları olan bir birey olarak görüldüğümü hissettim. Hastane, bana sadece tedavi sunmakla kalmadı; psikolojik destek, kader arkadaşlarımla birlikte spor imkanı, mindfulness eğitimi gibi çok kıymetli destekleri de sağladı. Akupunktur gibi alternatif yöntemleri, kemo yan etkilerini azaltmaya yönelik kullanmam için de cesaretlendirdiler. 

Hastanede sunulan Gofit adlı bu spor programı, benim için özellikle önemliydi. Her Pazartesi ve Çarşamba, bir grup harika kadınla birlikte ağırlık kaldırdığım, güldüğüm ve mücadelemi paylaştığım saatler, bu yolculuğun en parlak anlarından bazılarıydı. Bu saatler, bizleri sadece fiziksel olarak değil, ruhen de güçlendirdi, birbirimize destek olmamızı sağladı. Bu program, tedavi sürecinin başında başladı ve kemoterapi boyunca devam etti, bize birbirimizle derin bağlar kurma ve önyargılarımızı, korkularımızı yıkma şansı verdi.

Bir gün sporda, kemodan yorulmuş bedenimle, eskiden alışık olduğum tempoda spor yapmaya çalışırken, bedenimi dinlemediğim için yere yığıldığım bir an oldu. O an yanımda olan bu kadınların gösterdiği destek ve şefkat, yalnız olmadığımı hissettirdi ve iyileşme sürecimde büyük bir motivasyon kaynağı oldu.

14 Temmuz’daki ameliyatım ve Eylül ayındaki 3 haftalık radyoterapiden sonra uzunca bir Türkiye tatili yaptım. Kasım ayı ortasında toplamda 14 hafta sürecek onkolojik rehabilitasyon programına başladım. Bu, tedavi sonrası yaşamın, aslında yeni bir başlangıç olduğunu gösterdi. Farklı kanser türlerinden insanlarla tanıştım, ve herbirinin hikayesi, kendi deneyimlerimi daha geniş bir perspektiften görmemi sağladı.

Tedaviler bittikten sonra, insanlar genellikle “artık her şey normale dönmeli” diye düşünür, ancak bilmezler ki aslında gerçek mücadele o zaman başlar. Bir tedaviyi bitirip diğerine geçerken, hayatta kalma mücadelesi içindeyken, yaşananların tam anlamıyla farkına varmak zordur. Ancak her şey bittiğinde, “ben bunları nasıl atlattım?” diye düşünerek yaşananları sindirmek gerekiyor. Bu, sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir iyileşme sürecidir, belki de en sancılısı. 

Eşim, tedavi sürecim boyunca sigorta kapsamından maksimum yararlanmam konusunda şaka yollu “sigorta şirketini soydun soğana çevirdin” diyor bazen. Ancak bu süreçte, bana sunulan her imkanı değerlendirerek, mümkün olan en iyi sonucu elde etmeye çalıştım.

Onkolojik rehabilitasyon, bu yolculuğun sonunda bana sunulan ve hayatımda yeni bir sayfa açmama yardımcı olan bir nimetti, hediyeydi. Bu süreç, kanserle mücadelenin, bedensel iyileşmenin ötesinde, bir bütün olarak insanı iyileştirmeyi hedeflediğini gösterdi. “Normal” hayata geri dönüş konusunda rehberlik aldığım, bedenimle ilgili yeni farkındalıklar edindiğim, bol bol spor yaptığım, psikolojik destek aldığım, hatta eğlendiğim bu yoğun programda, kendimi belki de ilk kez, oldukça şımartılmış, el üstünde tutulmuş hissettim. 

Bu deneyimden sonra hayatınıza dair gelecek planlarınızda neler değişti ve hayatınıza nasıl bir yön verdiniz?

Kanserle tanışmam, hayatımda bir dönüm noktası oldu. Doktorlar ne kadar “tedaviyle %100 iyileşme garantisi veriyoruz” deseler de, içimde sürekli bir korku, “ya tekrarlarsa” düşüncesiyle yaşamaya başladım. Bu, beni ölümle, ölümlülükle yüzleştirdi. Düşünmekten kaçındığım şeylerle baş başa kaldım: hayatın kısalığı ve ölümün kaçınılmazlığı. Klişe olsa da, her anın değerini bilmek, bir daha bu deneyimi yaşamamak için ne gerekiyorsa yapmaya karar verdim.

10 yıl arayla iki kez yaptırdığım genetik testlerim, hastalığımın genetik bir kökeni olmadığını ortaya koydu. Psikoloğum, yapılan araştırmalara göre, üzüntünün ve depresyonun kanseri asla tetiklemediğini söylese de, içimde yine de garip bir inanç var: belki de kendi düşünce yapım, yaşam tarzım bu hastalığa yol açtı.

Kendime koyduğum yorucu ve yüksek hedefler, sürekli çalışma, üretme ve hareket halinde olma dürtüsü, mükemmelliyetçilik, başarı odaklı, kendimi değil de başkalarını hoş tutma odaklı yaşam, bedenime ve ruhuma ağır geldi diye düşünüyorum bazen. O kadar yorgundum ki teşhis öncesi, kendimi şunu dilerken yakalıyordum; “Biraz boş vakit ve sıkılabileceğim zamanlar olsun”. Demek ki insan ne dilediğine çok dikkat etmeliymiş, bu dileğim ironik bir şekilde kabul oldu geçen sene… 

Kanserle mücadele, bana hayatta kalmanın ve sadece “var” olabilmenin  yeterli ve değerli olduğunu  öğretti. Hayatımda bir “dur” işareti oldu ve bu duraklama, hayatımdaki en değerli derslerden biri haline geldi. Kanser benim için bir uyanış oldu.

Benim tek ve gerçek evimin vücudum olduğunu hatırlattı

Benim tek ve gerçek evimin vücudum olduğunu hatırlattı ve ona iyi bakmam gerektiğini anladım. Etrafımda olan biten, vücudum sağlıklı olduğu sürece anlam taşıyordu. Bu süreçte, dış dünyadan gelen kötü haberlere, negatifliğe kapılarımı kapattım. Kendimi koruma altına aldım, dikkatimi tamamen iç dünyama ve kendi ihtiyaçlarıma çevirdim.

Bedenimi dinlemeyi öğrendim, “hayır” dediğinde durmayı, yavaşlamayı; sürekli enerji kontrolü yapmayı, neye ne kadar enerjim kaldığını vaktiyle tespit etmeyi, bana enerji veren şeylere yatırım yapmayı; ajandamda kendim icin, sevdigim seyler için ve bilhassa dinlenmek için boşluklar bırakmayı.

Bu süreçte öğrendiklerim, yaşamımın geri kalanında rehberim olacak. Hayatta olmanın, nefes almanın kıymetini bilmek ve her anı değerlendirmek…Bu, kanserle mücadelenin bana öğrettiği en önemli derslerden biri.

Benzer bir durumla karşılaşan veya şu anda mücadele eden insanlara iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Kanserle mücadele etmiş  biri olarak, bu deneyimden çıkarılan derslerin ve edinilen bilgeliklerin paylaşılmasını önemli buluyorum. Benim hikayem, yaşadıklarım ve öğrendiklerim, dilerim karşılaşabileceğiniz zorluklara karşı bir rehber, bir ışık olur..

İlk olarak, “Kanser öldürmez, geç kalmak öldürür” sözünün altını çizmek istiyorum. Bu, kanserle mücadelenin en kritik noktasıdır. Kendi tecrübemden yola çıkarak, düzenli sağlık kontrollerinin ve erken teşhisin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu, sadece tedavinin sürecini kolaylaştırmakla kalmaz, aynı zamanda yaşayabileceğiniz korkuları da, riskleri de azaltır.

Bir diğer önemli nokta, pozitif kalmak ve iyileşeceğinize dair inancınızı korumaktır. Bu süreçte negatif düşüncelerden uzak durmak, iyimser bir bakış açısıyla ilerlemek, mücadelede büyük bir fark yaratır. Kendinizi olduğunuz gibi kabul etmek, duygularınızı ifade etmek ve ihtiyaç duyduğunuz desteği talep etmekten çekinmeyin. Bu, sizin için en iyi olanı seçmek ve buna sıkı sıkıya bağlı kalmak demektir.

Bu yolculuk zorlu ve sancılı olabilir. Ama unutmayın, iyi olan herşey gibi, kötü olan şeyler de bir gün geçiyor, ve bunu bilmek çok rahatlatıcı. Amiyane tabirle, “’öldürmeyen şey, güçlendiriyor”, kendinizi ve yaşamı yeniden keşfetme fırsatı da sunuyor. Benim için bu süreç, yaşamın kıymetini anlamamı sağladı ve her anın değerini bilmeyi öğretti.

Başımdan geçen tedavi sürecinde ben, bir savaş ya da direnişten ziyade, kanserle tutkulu, ahenkli bir dans ederken buldum kendimi. Bu dans sırasında, hayatın ritmine uyum sağlamak, zaman zaman geri adım atmak ama iyi bir moralle birlikte, asla pes etmemek gerekiyor.

Kanserle Dans Etmeyi Öğrenmek

Kanserle dans etmeyi öğrenmek, belki de bu sürecin en değerli kısmıdır. Bu süreçte güzellikleri de görebilmek, hayatta kalmanın ötesinde, yaşamı kutlamak, her adımın hakkını vermek, dansa eşlik etmesini istediğiniz müziğin keyfini çıkarabilmek mümkündür. 

Son olarak;  bu deneyim, kendi sağlığınıza ve ihtiyaçlarınıza öncelik vermenin önemini öğretir. Kendinizi ihmal etmeyin; vücudunuzun ve ruhunuzun sesine kulak verin. Ben hiçbir zaman “niye ben? ” diye isyan etmedim, “neden ben olmayayım ki” diye düşündüm. “Shit happens” evet, ama boktan bir durum karşısında nasıl bir tutum sergilediğiniz, nasıl bir bakış açısına sahip olduğunuz, bu yolculuktan alacağınız dersler ve kazanımlar, tamamen sizin elinizde. Bu öğrenilebilen bir seçim bence. 

Bu Deneyim, Bana Hayatta Kalmanın ve Sadece Var Olmanın Yeterli Olduğunu Öğretti

Her ne kadar zorlu bir süreçten geçmiş olsam da, kızgınlık ve üzüntü duymuyorum. Annemin 30 yil önce faydalanamadığı hizmet ve tedavilerin bana sunulmuş olmasından, onun yaşayamadığı hayatı yaşayabiliyor olmaktan dolayı şanslı hissediyorum kendimi. Yolculukları hep sevmişimdir. Bu geçirdiğim süreç de, çok şükür, beni bugünkü ben yapan, hayata ve kendime dair değerli dersler kazandıran bir yolculuk oldu.

Kanserle mücadele ederken kendinizi istemediğiniz bir dünyada bulabilirsiniz. Ancak, bu süreçte yolunuzu bulmanıza yardımcı olabilecek faydalı internet sitelerini keşfetmek yararlı olabilir;

https://www.kwf.nl

https://www.centrum-de-eik.nl

https://www.kanker.nl

https://www.yvya.nl

aysaa

Related Posts

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

2 Comments

  1. Hayat bize verilmiş en güzel hediyedir sözünün vurgusunu yapan harika bir söyleşi, sağlıkla kalın…
    Teşekkürler.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags