Sınır Tanımayan Doktor

Sınır Tanımayan Doktor

Yazar şöyle anlatıyor; ölümünün ardından 40 gün uzattığım sakallarımı kesip gözlerimden yaşlar aka aka ona hayatımın en güzel şiirini yazdım, ardından da tanıdığım herkes ile paylaştım.

Aradan bir zaman geçip de o şiirimi tekrar okumak istediğimde benden ve herkesten silinip gitmişti. Sanki onu da yanına almıştı dostum…

-alo
-vay kardeşim. Nabersin? Kuzucuk nasıl?
-kuzucuk büyüdü vallahi, 3 yaşına geldi, anca anca emeklemelere başladı, kurbağa gibi zıplaya zıplaya emekliyor ama olsun. Kuleler yapıyorum, devirmeye bayılıyor.
-bak seeeen. Çok iyi çok.
-hani geçen gelmiştik ya terapiye. Aynı ekip yine geliyormuş da haftaya müsaitsen sana yine gelelim olmadı diyecektik.
-haftaya ne gün?
-perşembe cuma cumartesi, pazar günü de döneriz.
-benim yurtdışı seyehatim var. Ben olmam ama anahtarı bırakırım. Siz gelin. Belki pazara yetişirim. Erkenden gitmeyin ama bi göreyim kuzuyu ben de. Epeydir görmüyorum.
-ya oğlum, zahmet veriyoruz her defasında ama işte böyle.
-zahmeti mi olur kardeşim. Benim olan sizindir. Ben organize ederim. Siz gelin. Kendi eviniz gibi…

İşte o eve giriyorum. Aklımda fotoğraflar, aklımda anılar, aklımda kavgalarımız, beraber söylenen şarkılar, danslar, ciddiye aldığımız oyunlar, her anı paylaştığın hayat arkadaşın… Kaç arkadaşı vardır insanın? Kaç kişi kalır geriye? Miras olarak bırakılır mı arkadaşlık?

Pencereyi açmışlar, buz gibi her şey. Babaları ezelden arkadaştılar. Hayatın anlamının peşinde epeyce de yol almışlardı. Hatta sonrasında babası bir gün ruhu tanımlamıştı bana. Biliş, kavrama yetisi, algılama gibi bir şey olarak yerleşmişti kafama.

Peki ya evin ruhu? Evin ruhu nasıl da uçup gitmişti pencereden? Dolaşıyorum evin içinde. Çekmeceler, gardıroptaki gömlekleri, yatağın altında bir küçük kutu… Hayatı sığdırmaya çalıştığımız kutu. İçinde mektuplarımız. Nerelerden nerelere koltuğunun altında taşımış meğer diyorum hayatın anlamını aradığımız mektupları.

Yıllar evvel çelimsiz bacakları incecik kolları ayaklarında terliklerle uzun uzun yürüyüp kasabada yeni açılan pizzacıya gider, biriktirdikleri harçlıklarla birer pizzayı paket yaptırır, yine aynı yolu gerisin geri yürürken yolda hemen her şeyden konuşurlardı. Oynadıkları maçlardan, atılan gollerden, maçlarda çıkan kavgalardan, kızlardan, derslerden, hayali kurulan ve o hayale ulaşmak için biriktirilen harçlıklarla alınacak bisikletlerden…Hayat ne güzeldi, hayaller kurmak ne güzeldi.

Sonra püren kokuları yayılan ot bürümüş tarlalara girip, ayaklarına sürtünen dikenlere, sivri kayalıklara aldırmadan tepedeki yıkık manastıra yollanırlardı. Sırtını dayayabileceğin bir duvarı ve incirinin gölgesi ile muhteşem manzaraya dönüp yüzlerini yalayan rüzgara karşı paketinden çıkardıkları pizzalarını bölüşerek yerlerdi. O zamanlar her şey capcanlıydı.

Bir şiiri bile vardı o günlere dair:

Ulaşır mı elim
Bir parça pizza verebilir miyim ağzına
Nasıl
Soğutmadan getirebilmiş miyim
Kekik serpiyorum pizzaya
Bu kekikleri o kayalıklardan topladım
Bir uğultu kulağımda
Bu esen poyrazın sesi

Özgürüm…

Şimdi ise ölümün insanoğlunda yarattığı ve bizlere acı gelen gerçek hissin çaresizlik olduğu kavrayışı içindeydi. Ölüm karşısındaki çaresizliği kabullenmeye başladığı için vicdan azabı hissediyordu. Ağıtlar okumak istiyordu.

Sınır tanımayan doktorlarla beraber her afette hayat vermek için gittiği yerleden bambaşka bir insan olarak dönen bu adam kendisine el edecek bir el bulamadı. Gölcük’ te, Açe’ de, Sudan’ da, Haiti’de canına can verdiği onca insanın ürkek bakışlarıydı hayata anlamını veren.

Artık peşinde koşmaktan yorulduğu hatta yitirdiği umutları çepeçevre sarmıştı her yanını demek. Sesi ulaşmadı hiçbir yere. Çakmak çakmak yeşil gözleri öyle güzeldi ki; anlayamazdınız yitip giden aşklarının acılarını.

Şimdi o evde usul usul gezinmek çare değil elbet, çekmecelerde unutulmuş eşyalardan, dostunun ölümünden önceki ruh halini anlamaya gayret ederek. Birçoğu okunmuş ve okunmayı da bekleyen çokça kitabın karşısında bulmuştu kendini bir anda. Daha birkaç ay önce üzerine konuşulan kitaplardı bunlar. Kitaplığın karşısında sohbet etmişlerdi.

-Anna Karanina’ yı okudun mu?
-Yok daha ona gelmedim. Şimdi 1984’ü okuyorum. İlginç bir adam yazarı. Tolstoy okumak için hazır değilim gibi geliyor.
-Tolstoy’u kırkında okuyacakmışsın.
-Eeee birkaç senem daha var o zaman.

Andre Agassi’nin hayatını anlatan kitabı okudum geçenlerde. Üç günde bitti. Çok hoşuma gitti. Tenis oynamaya gidelim mi? Zımba gibiyim dostum. Dersini vereyim…

Raketleri de, tenis ayakkabıları da aynı yerinde duruyordu, son olarak birlikte tenis oynadıkları raketleri.

Nasıl duymadın be adam çığlıklarını, neden basıp gelmedin yanına. Perişanım, çaresizim deyip de gel desin diye mi bekledin? İşte bak şimdi buradasın, demek gelebiliyormuşsun… Çok geç olmadı mı? Kahretsin seni be adam! Kahretsin… Bir dostun vardı harbisinden. Kaç dostu olur ki insanın zaten, kaç? Onu da çekip alamadıysan, duyamadıysan çığlıklarını… Sus be adam, sus!

Buz gibi bir evde açık pencerelerden esen rüzgar her anıyı alıp götürmüş, sımsıcak sohbetlerden, hararetli tartışmalardan, çoğusu günübirlik ateşli sevişmelerden geriye içilmemiş içkiler kalmıştı. Çığlıklar, haykırışlar, son yenilen yemek de duruyordu orada işte. Demek en son gününde ölüme bu kadar yakınken incirin altındaki gibi bu karton kutuyla getirilen yemeği çekmişti canın.

Ahşap raflı kitaplığa kocaman harflerle şifreli bir not kazınmıştı. Önünde durdular. Babasıyla omuz omuzaydılar. İki çaresiz iki bitik iki kafadardılar artık.

Kendini tanı yazıyordu notta;
K E N D İ N İ T A N I . . .

Bir yolculuğa hazırlanıyorum
Aynı yollardan geçip aynı hataları yapıp
Aynı şeyleri yiyerek gülüp eğlendiğimiz yollardan geri dönmek üzere
Bir yolculuğa hazırlanıyorum

Senin için dostum
Senin yerine ve senin şerefine de içmek üzere

Yok musun

Biz de var mıyız ki

Yaşandılar mı onca anılar

Hayal ediyorum
Hatırlıyorum
Acını kalbimde taşıyorum

O halde varsın

aysaa

Related Posts

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

İsviçre Alpleri’nde Panoramik Bir Tren Macerası

İsviçre Alpleri’nde Panoramik Bir Tren Macerası

10 Comments

  1. Benim küçük kardeşim büyümüş de büyümüş , yazarak daha da büyümüş. Her yazı da kendimi 10 dakikalığına başka bir dünyada buluyorum. İşte bunu seviyorum. Her Pazar 10 dakikalığına , olduğum ruh hakinden başka ruh hallerine seyahat ediyorum. Ellerine sağlık. Seyahate devam.

  2. Derin bir acıyı edebi bir güzellikte anlatan ve yine bir çırpıda okunan su gibi yazınız, ellerinize sağlık.

    • Evet bu yazı yüzünden bir gece uykusuz kaldım
      Yazdıkça kalbim fırlıyordu yerinden
      Demek yazıya da yansımış

  3. Ersin kardeşim
    Nihal ablan ve ben Her pazar özlem ile O duygu yüklü yazılarını beklerolduk
    Bugün de aldın götürdün bizleri yaşanmışliklarımıza
    Devamını özlem ile bekliyoruz
    Selam ve Sevgiler

  4. Ne diyeceğimi bilemedim Çok duygulandım, yüreğine sağlık, emeğine sağlık başarılı avukatım Hayat çok kısa ve her şey hepimiz için, bir varmış bir yokmuş…
    Geldi geçti yalana benzer ömür, babamın vefat ettiği son gün ağzından çıkan bu cümle gibi

  5. य॒तीना॑म् ब्र॒ह्मा भ॒व॒ति॒ सार॑थिः (Rig Veda 1.158.6)
    “Brahman’a teslim olursan O senin yol gösterenin olur”
    Ahşap raflardan diğerinde de bu ‘Veda Beyti’ yazılı idi.
    Şimdilerde taş üzerinde yazılı ve başı üzerinde duruyor.

    şu sözü de severdi;
    “הבל הבלים אמר קוחלת הכל הבל” (Eski Ahit: Vaiz;1)
    “Boştur gördüğün her şey boş. “

    • Boştur her şey boş
      Lakin, doluya benzer ve amansız bir hiçliktir tüm anlam. Sana çok saygı duyuyorum Muammmer abicim ki öyle bir evlat geldi gitti

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags