Noel tatili için ara verdiğimiz dönemin ardından Schengen vizesi anılarını bizimle paylaşan Herr Eren, çok da ilginç tespitler ile bize tanık olduğu olayları ve zihnindeki yansımalarını anlatıyor.
Almanya’ya gitmek için Schengen vizesi almanız gerekmektedir. Ben eşimle bir diskoda ilk tanıştığımızda benden yaşça biraz büyük olduğunu düşünerek ve bana bir fırsat vermesini çok istediğimden aslında 16 yaşımda olduğum halde 18 yaşında olduğumu söyleyip ardından da uzunca bir süre bu yalana uygun türlü küçük yalanlar söylediğim için bana ceza olarak 18 yaşıma gerçekten girer girmez Almanya’ ya gelmemi şart koştuğundan henüz çocuk yaşlarımda vize kuyrukları ve evrak toplama işleri ile sınanmaya başlamış oldum.
İlk tanıştığınızda birisinden hoşlandıysanız yaş gibi son derece basma kalıp bir sorunun cevabına göre karşınızdaki kişiyi yargılamaya niyetleniyorsanız, size atılan yalana da katlanmanız gerekir.
Hukukta sanıkların kendilerine yöneltilen suçlamadan kurtulmak için her türlü yalan beyanda bulunmalarının ayrı bir suç oluşturmayacağı hayatın içindeki gerçeklerden beslenen bir anlayıştır. Kınamamak icap eder.
Bir yalan ile başlayan sislerle kaplı bir yola benzeyen bu ilişki, zaman içinde kendi yolunu buldu; yormadan, üzmeden belli bir rutin içinde yokuşları da aşarak bana eşlik etmiş oldu. İlk Almanya ziyaretimi 18 yaşıma basar basmaz yapma mecburiyetimin temel dayanağı işte bu ilişkiye verdiğim değerdi.
18 yaşına yeni girmiş biri olarak büyümüş olduğumu fark ettiğim en önemli gösterge vize almak oldu diyebilirim. 18 yaşıma girdiğimde bir külüstür araba sahibi olmuştum, ehliyet de aldım, üniversiteyi kazanmış ve hukuk fakültesine kaydımı da yaptırmıştım, elime de bir kredi kartı verilmişti, harcamalarımı yapabiliyordum ama kendi kişisel yolculuğum içinde benden başka neredeyse hiç kimseyi ilgilendirmeyen bir ilişki uğruna vize almayı başarmak müthiş bir duyguydu.
Ailemdeki, yakın çevremdeki hemen herkesten önce, yapılmamış bir işi yapmaya soyunmanın yarattığı bu özgüven ile hayata başlamak kişisel gelişimimde beni hep desteklemiş, yola koyulmak fikri hayatımın her döneminde bana heyecan veren bir ideale dönüşmüştür.
Schengen vizesi almak için Alsancak’taki Alman konsolosluğuna gittiğimde eski taş binanın soğuk demir kapısının ardından bana hemen oradan kaybolmam gerekiyormuş gibi sert ve kaba bir şekilde hitap eden çalışanın kısa yanıtlarından hiçbir sonuca ulaşamayacağımı hemen anlamıştım.
Benim gibi orada konsolosluk kapısı önünde bekleyen kalabalığın türlü ihtiyaçlarından kendi naif çocuksu ilişkimin hoş ve maruz görülmesini bekleyerek vize alınamayacağını elime tutuşturulan evraktaki vize için talep edilen belgeler bölümündeki sonsuz liste açıklıyor gibiydi.
Turist olarak Almanya’ dan Schengen vizesi almak için, her şeyden önce davetiye gerekiyordu. Bu davetiye saçmalığının ne menem bir ehemmiyeti olduğunu çok sonraları daha iyi anlayacaktım, lakin kız arkadaşımın yanına gidecektim ve onun beni davet etmesi gerekiyordu.
Davetiye için kız arkadaşım Almanya’daki yabancılar şubesine giderek oradan resmi davetiye hazırlayıp bana gönderecekti. Nerede ve ne kadar süreyle beni davet ettiği açıklanmış olacaktı. İnsan hayatını belgelere uygun hale getirmeye çabalamak ne gereksiz bir çaba.
Konsolosluk önüne tekrar gitmiş olduğumda elinde davetiye olmadan Almanya vizesi almayı bekleyenlere acıyarak baktığımı hatırlıyorum. Ne zavallı bir bekleyiş. Sırada beklerken birçok hayata tanıklık ediyorsunuz. Bu sıra öyle bankada, otobüs durağında, maça girişte beklediğimiz sıralar gibi bir sıra değil. Bu sıra, birazdan çıkacağınız arenada karşılaşacağınız türlü sorularla tabiri caiz ise yiyeceğiniz dayak öncesindeki son idman yeriniz.
Saatlece süren bir yol arkadaşlığı, yol dediğime bakmayın 5-10 metre belki ama geceden başlayıp kartonların üzerinde sabaha kadar süren rezilliğin, çilenin, çaresizliğin kaynaştırdığı bir yol arkadaşlığından bahsediyorum. O sıralarda dizilip beklerken kendimizi, filmlerdeki Nazi subayları karşısında çaresiz duran adamlara benzetirdim. Bizlere devamlı olarak emir ve talimat verirler, hiçbir zaman düşüncelerini göstermeyen bir maske ile dolaşırlardı.
Dışarıdaki uzun kuyruktan sonra nihayetinde soğuk demir kapıdan içeri girme şerefine nail olduğunuzda hiçbir şey taşıma hakkınız olmadığından sadece evrakınız ile başbaşa sizi bir köşeye oturturlardı. Bu kez de sıra oturma düzeninde ilerlerdi. İçeride tüm canları kapalı karartılmış ortam ve buz gibi sessizlik ile birlikte insan yolculuğunu sorgulamaya başlardı.
Sürecin bu kadar zor ve çetrefilli olmasının bir nevi filtreleme olduğunu düşünüyordum. Gerçekten ama sadece gerçekten isteyenlerin gidebilmesini sağlayan bir düzen kurulmuştu. Çok açık ve net bir biçimde verilmek istenen mesaj esas itibariyle Almanya’nın oradaki kalabalığa ihtiyacı olmadığıydı. Sen gel, sen gelme, sen de gelme diye ilerleyen sürecin zihnimde yaratmış olduğu imaj kaba, anlayışsız, köşeli ama her şeyin farkında, gerçekçi, mantıklı bir devlet imajıydı ve tuhaf bir biçimde güven veriyordu.
Elinizdeki evrakı sunma zamanı geldiğinde size gülümseyen, insan olduğunuzu azıcık da olsa hissettiren ilk temas, kurşun geçirmez camların arkasında aşağıdaki bir çekmecenin ileri geri götürülerek evrakı kendisine teslim edebildiğiniz kişiyle karşılaştığınızda mümkün olmaktaydı.
Mikrofon ile konuşulsa ve kuşku dolu sorularla sizin yalan söyleyip söylemediğiniz anlaşılmaya çalışılmış olsa da, Almanya bu genç adama vize vermişti. Beni ve niyetimi anlamış, ona hak vermiş, saygı duymuş ve ülkesine gidip oradaki kız arkadaşımı ziyaret etmem hoş görülmüştü.
Öğrenci belgem, nerede tanıştığımız, ne kadar kalacağım, kaldığım süre boyunca ihtiyaçlarımı nasıl karşılayacağım gibi klasik soruların yanında davetiyem Stuttgart’tan düzenlendiği halde Berlin’e uçuyor olmamdaki çelişkiler üzerinden açık yakalamaya çalışmışlardı ancak başarılı olamamışlardı.
Vize Alamadığım Tek Bir Sefer
Almanya’ ya gitmek için vize müracaatında bulunup da vize alamadığım tek bir sefer, evlendikten sonra gerçekleşti. Evlenip de ilk çocuğumuz olduktan sonra Türkiye’ de yaşadığımız bir zamanda evliliğe güvenerek davetiyesiz bir şekilde vizeye başvurduğumda şöyle düşünüyordum: Daha önce defalarca vize almış ve hiçbir şekilde vize koşullarını ihlal etmemiş, uzun süren ilişkisini evlilik ile resmileştirmiş, evlendikten sonra eşiyle beraber yaşamak için Türkiye’yi seçip bir de çocuk yaparak kesinlikle sahte bir evlilik yapmadığını kanıtlamış birisinin üstüne üstlük kendi adına kayıtlı bir büroda avukatlık da yapıyorken davetiye ile Almanya’ ya gitmesi sorgulanmamalıdır herhalde.
Ne var ki; Alman makamları insanın bu tür makul taleplerinden ziyade evraka odaklı bir sistem geliştirmiş olduğundan vize müracaatım ilk ve tek bu şekilde reddedilmiş oldu. O dakika Alman devletinin şakasının olmadığını daha iyi idrak etmiş ve daha çok güvenmeye başlamıştım. Ne tuhaf!
Yine yeni yeniden yola devam,daim olsun mücadelen…