Mimarlık Avukatlık Doktorluk

Mimarlık Avukatlık Doktorluk

Koca bir mesleği yere çalıp nasıl ve ne kadar büyük bir fayda yarattıkları hakkında hiçbir fikir oluşturamayan bir toplum ve bu toplum içinde var olmaya çalışan bir grup insan topluluğu; bugünkü konumuz: Mimarlık…

Çok yakınlarım mimardır ve onların arkadaşları ve müvekkillerim ve çocukluğumdan beridir bu insan grubuyla bu meslek üzerine defalarca uzun uzun konuşmuşluğum vardır. Yaptıkları işi de bilirim ve o işin ardından o evlerde yaşamışlığım da oldu. Yani süreçleri epey derinlemesine bilen bir kişi olduğumu var sayabilirsiniz. Bu özgüven ile mimarlık mesleğini ve mimarları masaya yatıralım bakalım, izlenimlerimi ben de merak ettim, neler söyleyeceğim kim bilir?

Mimarlar genel olarak estetik yönü kuvvetli, sanatsal eğilimleri olan, meraklı, farklı düşüncelere açık ve bu farklı düşünceleri içselleştirmeye de meyilli, özgüvenleri yüksek kişiler olmasına rağmen bizlerin yaşadığı bu binalarımız gösterişsiz, şehirlerimiz ise alabildiğine sıradandır, hayatlarımız da estetikten tamamen yoksundur.

Mimarların karakterinde bizzat sahip oldukları, kimliklerinde taşıdıkları bu en temel birincil özellikleri, yani estetik diyorum; hiçbir şekilde eserlerine yansımamadığı gibi topluma da hiçbir aşamada bu türden bir kaygıyı aşılamak adına herhangi bir çaba içerisinde olmadıklarını söyleyebilirim. Olsaydı, şimdiye kadar bir yansıması olurdu zaten. Hadi biraz daha anlatayım…

Önce mahallemizi düşünelim, evimizden çıktık, kaldırımlar, sokaklar, dükkanlar falan ilerliyoruz, parklar olsun, okul binaları, kamu kurumları, otoparklar vs. dolaşıyor ha dolaşıyoruz, estetik yönü olan insan eliyle tasarlanmış kaç obje ile karşılaşıyoruz acaba.

Kafamızı kaldırdık, binalara bakıyoruz, apartmanlar sarmış her yanımızı, yüzbinlerce yığın insan balık istifi gibi sıkışmış;
Koca memlekette yer yok sanki. Pencerelere bakalım, kaç çiçek konmuş, dükkanların tenteleri, apartmanların girişleri, parklar, heykeller derken insanların yaşam biçimlerinde estetik kaygının ne kadar az yer edindiğini algılamak zor olmasa gerek. Ortaya çıkan bu toplumsal eksiklikte mimarların payı az mıdır, suçlu mimarlar mıdır? Ne dersiniz? Biraz topa tutalım mı kendilerini?

Bu marjinal görünümlü, estetik algısı yüksek, kitap okuyan, gezen, özgüveni yüksek mimarlar nasıl oluyor da, bu kadar silik, ezik, kaba saba binalara mahkum ediyorlar insanları? Nasıl oluyor da kendi yaşam biçimlerinden hiçbir kırıntı eserlere yansımıyor?

Geçenlerde bir müvekkilim bir işhanında ofis niteliğindeki yan yana odaları kiralayıp orada kendi çapında bir pansiyon işletiyorken, bir vesile ile ruhsatını yenilemek belasına mahkum edildiğinde, odalaraki lavaboların mimari projesindeki yerinden kaymış olduğunu fark eden son derece dikkatli bir ruhsat denetmeninin zoruyla iş bu onarılmaz sakatlığın mimari projesinde de düzeltilmesi için bir uğraş içine girmek zorunda kaldık.

Bu minvalde ilk yapıldığı doksanlı yılarda dahi dandinik, hiçbir estetik öğe taşımadığı gibi aksine çirkin, karanlık, izbe ve yetmezmiş gibi aradan geçen bunca zamanın ardından köhne kalmış, eskimiş iş hanını çizen sayın mimarı bulmamız gerektiğini öğrendik. Meğer bu sanat eserinin telif hakları kendisinde olduğundan onun muvafakati olmadan projede lavabonun bile yeri değişemezmiş. Dahası sayın mimar ölmüş ise mirasçılarını, hasta ve müşkül durumda ise vasisini bulmak için gazete ilanı falan yapmak gerekiyormuş.

Anlayacağınız telif hakkı üzerine epeyce kafa yormam gerekmişti o dönem. Bu mesleği de içten içe didiklemeye o dönemde başladım sanıyorum. Sonrası tabii ki bildik bir senaryo; fahiş ücretler, yuh olsun ödemem diyen mağdur vatandaş, halden anlamayan bürokratlar, kel başa şimşir tarak kabilinden bir hukuk dayatması, pazarlıklar falan falan derken memleketimden insan manzaraları işte!

Ama konumuz mimarlık; böyle olunca da olaya şu açıdan bakmak lazım: Nasıl ve neden, bu son derece yarı tanrısal görevi diyeceğim; çünkü yaratma ve biçimlendirme gücünü barındırıyor, bunca kısır ve özensiz ifa ediyorlar. Yani kendilerine telif hakkı gibi baba bir hak bahşedilmiş olmasına rağmen bu kadar bunca basit bina, duyarsızca nasıl çizilip de sunuldu ve tasdik edildi dahası uygulandı hunharca. Bizleri kim hapsetti bu yaşanmaz şehirlere, ha kimler? Sadece mimarlar değil elbet!

Mimarlık eğitimine gidelim madem, oradan başlayalım bu mesleği anlamaya. Bir objeye farklı bakış açılarından bakarak ışığın objenin arkasında yarattığı gölgenin izdüşümü… Derse bak!

Düşünüyorum da okuduğumuz okullarda hayatın içinden parçalarla karşılaşana kadar ne kadar uzun süre bekliyoruz. Üniversiteye geliyorsun, eşek kadar olmuşsun af edersin ve hayatında ilk defa gölge üzerine düşünmeye başlıyorsun. Biraz geç olmadı mı? O dönemde mimarlık öğrencilerinin duvara çarpmış gibi olduklarını hatırlıyorum.

Sonra tashih dedikleri bir dersleri oluyordu. Bir hafta boyunca yaptıkları hazırlıkları o derse bakan hocaya gösterip tashih için gösteriyorlardı. Hoca da bu yeni yetme öğrencilere hayata dair tecrübeleriyle eleştirel ve yön gösterici tavrını esirgemezdi.

Öğrenmek isteyen her öğrencinin en şanslı olduğu dersti bu tahsisler sanıyorum. Bire bir emek sarf edilen bu öğrencilere yaşamdan zevk almanın metotları da anlatılıyordu. Tabii ki anlayana. Bu yönüyle mimarlar diğer fakülte öğrencilerine nazaran daha şanslıydı.

mimarlık

Bazı sınavları bir gün boyunca devam eder, sınavda dışarı çıkar, yemek yer, dönüp tekrar sınava devam ederlerdi. Baskı mimarlık fakültelerine pek uğramaz, yaratıcı düşünmeyi, sorgulamayı gerektiren bakış açısı varlığını hissettirirdi. Kim bilir kendileri pek anlamazlardı tuhaf bir şekilde ama, hukuk fakültesinde sadece bir kez derse gelmiş olsalardı, çok çok çok iyi anlayacaklardı farkı: Fark yaratıcılıktı, aktif olmaktı…

Peki ne oldu da, kendilerine bu derece değer verilen, gelişimlerine bire bir katkı sunulan, böylesi ateş gibi öğrenciler mezun olduktan sonra potada kurşun gibi eriyip aynı kalıba dökülüverdiler hemencecik ve bitişik nizam apartmanlar çizip projelerin altına imzlarını atmaya başladılar, tövbe estağfurullah…

Hukuk ve mimarlık zihinlerde öpüşmediğinden oluyordu tüm saçmalık. Birbirine taban tabana zıt yaklaşımlardan yani, gelenekçi ve şüpheci hukuk ile özgür düşünceli, yaratıcı mimarlıktan doğru bir sonuç elde etmek neredeyse imkansızdı zaten…

Haftaya mimarlık mesleğini biraz daha derinlemesine inceleyelim ve kişilerin bu meslek mensuplarına bakış açısına ve işin ifade edilmesindeki zorluklara değinelim. Bakalım neler çıkacak.

ERSİN EREN

aysaa

Related Posts

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

2 Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags