İran’a Yolculuk

İran’a Yolculuk

Hayatınızda bir gün İran’a gitmek isterseniz oldukça hoşgörülü ve her an gülmek için bahane arayan sımsıcak insanların sizi karşılayacağından emin olunuz.

Devletlerin yarattığı aşırı kötücül davranışlar kendilerini bağlayabilir ama binlerce yıl her türden insanın bir arada yaşamasının yaratmış olduğu hoşgörü tecrübesi tavan yapmış bu ülkede. Kuralı olmayan bir trafik akışında dahi hiçbir şeye sinirlenmeyen bu insanların her karmaşayı olağan karşılamasındaki mucize tesadüf olabilir mi? Kesinlikle hayır!

Tahran ki; dünyanın en kalabalık şehirleri içinde saymak mümkündür, bu şehirde günlerce dolaşıp, yemek sırasına girip, 1000 km araç içinde girilmeyen delik bırakmadan yol yapıp, adliyesinden alışveriş merkezine, lunaparkından bilardo salonuna, müzelerinden çarşı pazarına kadar yerli ve milli insanlarla beraber olmanın rahatlığı içinde onlar gibi hissetmeyi başarmış bir kişi olarak bahsedeceğim Tahran’dan.

Bu ülkeye henüz daha girerken pasaport kontrolü sırasında ürkek halinizin farkında olarak sizlere hiçbir şey sormadan pasaportunuza damga basmayarak ülkeye kabul ediliyorsunuz. Seyrettiğim bir filmde aynen şöyle diyordu: Bir adam banyonun kapısını yanlışlıkla açar ve çıplak bir kadın görür. Geri adım atar ve şöyle söyler: “Affedersiniz madam.” Bu nezakettir. Aynı adam aynı çıplak kadını görüp şöyle söylerse: “Affedersiniz mösyö.” Bu da inceliktir!

Ülkeye girişte yapılan bu uygulama da, koca bir ulusa karşı orantısız şekilde gösterilen tepkiye, insanların kafasındaki öcü imajını düzeltmek ve önyargıları ortadan kaldırmak adına el uzattığı öyle bir inceliktir. Pasaportunuzdaki İran damgasının ileride başınıza iş açacağı algısı daha yola çıkmaya karar verdiğinizde akıllara düşen öncül endişedir çünkü.

Ülkeye girdiniz hemen fark ettiğiniz şey turist olarak ihmal edildiğinizdir. Her yerde İngilizce konuşabileceğiniz insanlar olduğunu bilseniz ve hatta Türkçe’nin ikinci en çok konuşulan dil olduğunu fark edecek olsanız da yönlendirmelerdeki Farsça yazılar size bir anda dımdızlak olduğunuz hissi veriyor.

Yurtdışı telefon hattını açtığımızda ise son derece yavaş bir internet ile buradaki düzene alışmak gerektiği gerçeği ile yüzleşiyor insan. Dahası giriş yaptıktan birkaç saat sonra, İran’a gelmeden önce burası ile ilgili okunan yazılardaki kredi kartı ve bankamatik kullanımı imkansızlığına dair yazıların yüzde yüz gerçek olduğunu idrak etmeye başlıyorsunuz.

Benim gibi hayatı akışa bırakmayı seven birisi için ölümcül bir hata yaptığımı ve Türkiye’den ayrılmadan önce para çekmediğimi, İran’a bu şekilde giriş yaptığımı kulaklarım kızararak fark etiğim bu anda neredeyse hiç tanımadığım İranlı dostlarım yetişiyor imdadıma. Evlerinde kalıyorum. Kendi yatak odalarını veriyorlar, elimi cebime attırmıyor, bir dakika yalnız bırakmıyorlar. Ya onlar olmasaydı diyorum!

‘Mırt Etmek’

Çok kısa bir zamanda ‘mırt etmek’ dedikleri bir yöntemle kırk yıllık dost oluveriyoruz. Yolun ortası, kalabalığın içi, gecenin kör karanlığına aldırmadan vatanın gerçek sahipleri gibi korkusuzca kahkaha atabilen bu insanlar koca bir teşekkürün yanında gönülden takdir edilmeyi de hak ediyorlar.

Politik, kültürel, dinsel ve ekonomik türlü sıkışmışlıklar içinde ölesiye eleştirdikleri düzeni düzeltmek için umudunu dahi yitirmişken, gülebilecek bir şey bulmakta mahir bu insanları gerçekten anlamak için evde karşılıklı göbek attığımız son günü beklemem gerekiyormuş demek ki.

Yitirilmiş umutlar, mesleğinde olgunluk çağındaki bir avukata sorduğum, tüm yetkiler elinde olsaydı nereden başlardın bu düzeni değiştirmeye sorusuna verdiği cevapta gizliydi. Ekonomiyi düzeltirdim diyordu çaresizce. Oysa ekonomi biriken tüm sorunların sonucu olarak bozulmamış mıydı?

İran hakkında konuştuğumuz her konu ülkelerinde Atatürk ile kıyaslanan ve onunla aynı dönemde müthiş işler yapmış Rıza Şah dönemine takılıp kalıyordu. Sihirli bir el her şeyi alt üst etmiş, ülke 2. Dünya Savaşı’nda altta kalanın canı çıksın şeklinde ezilip büzülmüştü.

Neredeyse her kesimde büyük bir travmaya dönüşmüş bu olaylar silsilesinde gerçek ile yalan öyle çok birbirine karışmış ki. İnsanlar bir rüyadan uyanmışcasına ‘bizler tüm bunları şahların şahı diye yere göğe sığdıramadığımız azametli liderimizin anısına nasıl yaptık, nasıl göz yumduk ve nasıl bir tongaya düştük’ diye boş ve çaresiz bakışlarla anlatıyorlardı yaşananları. Bugün eleştirilen, ambargolar ile köşeye sıkıştırılan, en kötüsü de insan olarak dışlanan bu ülkede halkın sevgiye ve dayanışmaya duyduğu ihtiyaç sitemlere dökülüyordu.

Ülkelerindeki son derece sert, acımasız ve karanlık iktidarın zulme varan tutumuna karşı yıllarca sindirilmiş, kaçmaya zorlanmış, bin bir parçaya bölünüp bir avuç kadar bırakılarak siyasetten uzaklaştırılmış bir nesilin küllerinden ortaya çıkan yeni yetme çocukların isyanına dahi kulak tıkayan ikiyüzlü bir dünya.

Kimse bize destek olmadı şeklinde dile gelen sitem insanın içini burkuyor tabii ve oyun içinde oyunlar. Bombalanan uçakta ölen eşinin ve çocuğunun intikam ateşiyle kaybedecek hiçbir şeyi olmayan sıradan bir insanın koca bir ülkenin yıllarca birikmiş sorunlarını çözmek için liderliğe soyunmasındaki gerçekçilikten uzak hayalperest girişimler de saman alevi gibi sönüyor zaten.

İran Sasaniler, Safaviler, Kaçarlar gibi daha birçok imparatorluğa yurt olmuş, Timur gibi İskender gibi kana susamış savaşçıların yolunda bulunmuştur. Zerdüştlerin ardından gelen İslamiyet de bu topraklarda Şii mezhebi ile yerleşmiş. Bu yönüyle çok daha geçmişte, ne şekilde yaşandığı belli olmayan Hz. Fatıma’nın ölümünden tutun, Kerbela olayına, Hz. Ali’ ye yapılan haksızlıktan, bu konudaki haklı olduğunu düşündükleri itirazlarına rağmen yalnız bırakılışlarına duydukları hayal kırıklığı ile kendini kanıtlama azmi bu ülkenin kaderi olmuş sanki.

Kaderilerine karşı boyun eğmeyen direnişleri de her defasında bir başka zulme maruz kalınca ülkeyi büyük bir çaresizlik duygusu esir almış.

Öncelikle büyük ölçüde kimliğini yitirmiş bir mimari biçimsizlik Tahran’a hakim durumda. İmkanlar olmayınca, haliyle spordan yoksun kalmış bir halk görüyorsunuz şehirde. Sokaklarında koşan, bisiklete binen, parklarında voleybol oynayan, piknik yapan, uçurtma uçuran pek göremezsiniz. Hava kirliliği de önemli bir sorun.

İran’ da benzinli bir aracınız varsa deponuzu 50 TL karşılığında İran Tümen’ ödeyerek tamamen doldurabilirsiniz. Ödemeler nakit para ile ama daha çok kredi kartı ile yapılıyor. Baloncular, işportacılar bile kredi kartı ile ödemeyi kabul ediyor. İşini bilenler taksiyi pek tercih etmiyor. Bir uygulama sayesinde bulunduğunuz yere gelen bir araç sizi alıp gideceğiniz yere götürüyor ve ödemeniz de ay sonunda sistemden otomatik olarak kesiliyor.

Bunun dışında sebze meyve yönünden oldukça zengin bir coğrafyadayız. Üstelik bir kilo portakal 2TL. Küçük esnaf çok yaygın şekilde şehrin her yanında size hizmet sunuyor, bakkal, manav, mandıra, fırın, hırdavat daha neler neler hemen her şeyi yerli ve milli bir şekilde bulmak mümkün.

İkram İranlılar için genel olarak tasarruf etmedikleri bir konu. Cömert insanların memleketi burası. En çok etkilendiğim ise avize mağazaları oldu. Avizeler de tıpkı İran halıları gibi müthiş bir zarafeti temsil ediyor. Her bir dükkan öyle görkemli ve zevkli avize seçenekleri sunuyor ki, gösterişli bir sadelik insanı davet ediyor sanki.

İran caddelerindeki araçların büyük çoğunluğu miyadını doldurmuş durumda, buna rağmen araç fiyatları Türkiye’deki fiyatlara göre 2-3 misli daha fazla. Herkesin her yola girebildiği, kuralların kişilerin insiyatifine bırakıldığı her yerden bir aracın, motorsikletin, yayanın çıkabildiği bu karmaşada neredeyse hiç kaza olmuyor, daha ilginç olanı ise hiç kavga çıkmıyor.

Sadece bir keresinde aracını üstümüze süren ve yüreğimizi ağzımıza getiren dikkatsiz bir sürücünün yolunda durarak uzun uzun yüzüne bakan arkadaşıma karşı araçtaki şoför dil çıkararak yanıt verince gülüşerek oradan ayrıldıklarını tecrübe ettim. O davranışın memleketimde büyük bir kavgaya dönüşmesi son derece olağandı ama İran’da insanların volkan gibi patlama eşikleri bize göre oldukça yüksekmiş anlaşılan.

Herkesin merak ettiği temel konulardır ev kiraları. Tahran’ da ev kiraları Türkiye ile kıyaslarsan hiç de az değil. Üstelik ödenen kiraları bu seviyeye bile çekmek için 3 yıllık kira bedeli kadar meblağı peşin olarak mal sahibine ödemek gerekiyor. Enflasyon baskısı altında eriyen İran Tümen’i ile vermiş olduğunuz yüksek depozitoya bir de her sene enflasyon oranında ek peşinat da yapmanız gerekiyor.

Garip bir uygulama. İşin bir başka boyutu da kirasını ödemeyenlerin 2-3 ay gibi bir zamanda tahliyesini sağlayabilen bir hukuk düzeninin kurulmuş olması. İran adli sisteminin Türkiye’ye oranla çok daha seri ve etkin oluşuna hayret ediyor. Ülkemizdeki hantal ve umursamaz yaklaşımın, giderek vatandaşı hukuktan medet umuyor olmaktan uzaklaştırdığına tanıklık ettiğimi İranlı meslektaşlarım ile paylaşmaktan çekinmiyorum.

Uzun uzun sohbet ettiğim İranlı dostlarıma göre petrol, doğalgaz ve her türlü yer altı zenginliklerine sahip İran’ın yanında, tüm bu olanaklardan mahrum Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada kurmayı başardığı düzen takdire şayan.

İran’ da sağlık sisteminden büyük bir şikayet duymadım, ancak yaşanan doğalgaz kesintileri ülkenin ne kadar basiretsiz şekilde yönetildiğini açıkça gösteriyordu.

Baş örtüsüne gelince, ülkede neredeyse mülga nitelikte bir kanun hala varlığını sürdürüyor. Birçok yerde kimsenin umursamadığı bir baş örtme uygulaması var. Çoğu zaman kadınların omzunda belli belirsiz bir şal, atkı veya bir şapka ile kombinlenmiş oldukça normal, standart kıyafetler.

Ülkenin erkekleri de bu sadelikte eşlik ediyor kadınlara. Abartısız, gösterişsiz, uçlara kaçmayan bir giyim tarzı hakim. Ancak uzun saçlı, küpeli, dövmeli erkekler de var. Kadınlar toplumsal hayatın içinde bu tür baskılanmış ülkelerde nasıl geri planda kalmış ise, burada da o düzeyde bir kabulleniş dikkati çekiyor.

Her ne kadar oldukça çok sayıda hatta erkeklerden daha fazla oranda üniversite okuyan kız öğrenci olsa, kızlar günlük hayatta erkekler ile iletişimde veya erkeklerin olduğu bir ortamda üzerlerinde bir baskı hissetmiyor olsa da hali hazırda kritik görevlerde onları görmek imkansız gibi bir şey. Siyasette, hakimlikte, şoförlükte, başkanlıkta erkeklerin hakim olduğu bir düzen var.

Genel olarak oldukça alımlı bulduğum İranlı kadınların, bir Türk olarak üzerimdeki bakışları kendimi dünyanın en yakışıklı ve en sempatik insanı hissettirdi. Gittiğimiz her yerde son derece doğal ve sıcak bir şekilde gülümseyen, sizi adeta süzen, hele hele Türk olduğunuzu öğrendiğinde bundan büyük mutluluk duyarak, sizinle Türkçe konuşmaya gayret eden kadınlara rastlamanız olası.

Kendi ülkemiz dahil, dünyanın hemen hiçbir yerinde ister kadın,ister erkek olun kendinizi böyle özel hissedebileceğiniz bir topluluk içinde bulacağınızı hiç sanmam.Bu insanların Türk dizilerine olan merakı çılgınlık seviyesine ulaşmış durumda. Bir tek o da değil; müzik, moda, mobilya ve daha birçok sektördeki iletişim sayesinde bu iki komşu halk her geçen gün birbirini daha iyi anlamaya açık gibi görünüyor.

İran yolculuğumda bana Huzursuzluk adında son derece etkileyici bir yaşam kesitinin anlatıldığı çok yabancı olduğum bir dünyayı didik didik inceleyen bir öykü eşlik ediyordu. Dışlanmış bir dinin mensupları, yanlış anlaşılmış bir toplum, kaderine terk edilmiş bir coğrafya, Yezidiler, IŞID ve akıl almaz kötülüklerle insanlık tarihinin geldiği iç karartıcı son.

Bir yandan İran’ a karşı kafamdaki önyargılar diğer yandan bu tür önyargıların görece haklı olduğunu en çarpıcı şekilde ortaya koyan bu kitap içimde gerçek manada huzursuzluğa sebep olmuştu. Daha yola koyulmadan önce heyecanla alıp okumaya başladığımı paylaştığım bu kitap yol boyunca benle beraber tüm huzursuzluğumun da kaynağı gibiydi.

Kadim diyarların, ulu önderlerin, sonu gelmeyen efsanelerin Ömer Hayyam’ın, Mevlana’ nın, Firdevs’ in yetiştiği ve daha neler nelerin yaşandığı Gülistan Sarayı’nın, Sadabad Parkı’ nın aklımdaki güzelliklerine salıvererek kendimi dönüyorum yurduma.

Sımsıkı dostluklar cebimizde, hayalimizde Şiraz, İsfahan, hayalimizde Hazar Denizi, aklımda bir türkü; bir daha bu yollarda aynı hevesle yürür müyüm?…

aysaa

Related Posts

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

Türk Diş Hekiminin Hollanda Yolculuğu

İsviçre Alpleri’nde Panoramik Bir Tren Macerası

İsviçre Alpleri’nde Panoramik Bir Tren Macerası

12 Comments

  1. Yazı su gibi akıyor ellerinize sağlık:))
    Koskoca bir medeniyetle legolarla oynar gibi oynayan dünya, yer küremiz küçücük kalmış olmasına rağmen hala okumadan görmeden yönetilen algımız, diyorum ki hiç güç savaşı, el atma, yönlendirme olmasaydı da bütün medeniyetler coğrafyalarında nadir çiçekler gibi büyüseydi ne kadar zengin olurduk.

    • Yazıyı yazmak kadar okumak da çok kıymetli
      Böyle güzel yorumlarla yazılana katkı sunan siz saygıdeğer hanımefendiye çok teşekkür ederim

    • Umarım bu kara bulutlar üstlerinden kalkınca bizzat gitmek de nasip olur

      Biz de bu durumlara düşmeden tabi

  2. Çok güzel bir anlatım ve yaşanmışlık ☺️ İran’a gittim sanki bir an☺️ yüreğine sağlık başarılı avukatım

  3. …Ellerine sağlık; tebrik ederim Ersincim. İran ile ilgili hiç bu kadar doyurucu ve güzel bir yazı okumamıştım. Çok güzel ayrıntılar vermişsin.

  4. İran çok merak ettiğim bir ülke, bu güzel yazıyı tüm yalnız ülkelerin güzel insanlarına duyduğum sevgiyle hem buruk hem de umutlu bir duyguyla okudum. Çok teşekkürler!

    • Yazmak kadar okumak da çok değerli

      Takip ettiğim bir yazar şöyle diyordu

      Büyük bir kitap okumak büyük bir kitap yazmak kadar zordur ve yeterince acı çekmemişsek, yeterince iyi okuyamayız

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags