FIRIN
Bahçede bir an evvel yapmayı gönülden arzu ettiği birçok iş onu beklerken kahvaltı faslını daha fazla uzatamazdı.
-Ellerinize sağlık, kesenize bereket, hadi bana eyvallah diyerek kendi kaderine doğru, bir süredir yaşadığı mağarasına yöneldi.
Ailesinden uzakta tek başına kaldığı bu dönemde öyle özene bezene sahip olunan bu ev, bir yuvanın sahip olması gereken tüm sıcaklığını kaybetmiş, gün be gün vahşi doğadan kendini koruyan, her türlü beladan uzak kalmayı tercih eden, tam bir güvenle kış uykusuna yatan bir ayının inine dönüşmüş gibiydi.
Dağınık kafasını toplamaya en iyi gelen şey bahçe işleriydi. Bitmeyen bahçe işleri…
Ne demişler; bir süre mutlu olmak istiyorsan alem yap, servet yap, tekne al hatta evlen ama bir ömür mutlu olmak istiyorsan bahçe al… Her defasında bahçeye girip çıktığında bitmeyen işlerin bir kısmını yapsan, her gidiş gelişinde bir tık daha iş görsen, bir ağacı daha budasan mesela, ya da ısırgan otlarını çapalasan, hatta sen iş yaparken şöyle sırtına güneş de vursa bir bakmışsın çiçek gibi oluvermiş bahçe diye motive ediyordu kendini. İşler bittiğinde bahçenin tiril tiril hali gözünde canlandıkça aşka geliyor, her geçen gün biraz daha erken kalkması için bir sebebi olduğuna inanarak mutluluk duyuyordu.
“Mutluluğun tuzağa düşürülerek elde edilmesi gerekir.”
Mutluluğun hemen her zaman, çalışmanın insana verdiği bir armağan olduğunu öğrenmesi için dedesi günlüğüne, yıllar evvel tamı tamına şu cümleleri kurarak bir yazı yazmıştı: İnsanların sadece bir düşünceden, bir heyecandan, bir duygudan zevk alabileceklerini savunmaları, delilikten başka bir şey değildir. Bu, böylesi bir güzelliği yiyip bitirmeye kalkışmak kadar saçmadır.
Mutluluğun tuzağa düşürülerek elde edilmesi gerekir. Mutluluk çalışan insanları, alın terini, yorgunluğu, fedakarlığı sever. Mutluluk saraylarda değil; ekin tarlalarında, aletlerde gizlidir. O, çalışan çocuğun kendisi farkında olmaksızın başını süsleyen tacıdır. Ağır işlerin büyük bir özelliği vardır; çalışan insanın düşünmesine zaman kalmaz. Benim tarlada çalışırken, bu işlerimle ilgili olanlar dışında hiçbir şey düşünmeden saatlerce çalıştığım olmuştur. Saatlerce hiç kafamı yormadan sapanımı sürer, toprağı işler ve aynı şeyi yapmaya devam ederim.
Böylece bazen, hele yorgun olmadığım zamanlar dünyanın önüme serildiğini görür gibi olur, onun güzelliğini ve derin manasını için için duymak suretiyle sonsuz bir saadet ve sevinç tadarım…
Açıkçası herhangi ulvi bir amaç dahi taşımasına gerek olmaksızın motive olunmuş her çalışmanın insan zihnindeki derin anlam arayışa çare olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bunu yaparken kişiye özel bir yöntem geliştirilmelidir muhakkak.
Mutlu İş Yapma Yöntemi
Bu kabulden yola çıkarak ister yazıhanesinde mesleğini yaparken, ister bahçede toprakla uğraşırken, kitap okur, yazı yazar, alışveriş yapar, evi temizler, yemek yapar veya bulaşık yıkarken fark etmeksizin yürüttüğü her işine bir yöntem geliştirmişti; mutlu iş yapma yöntemi. Böylece bütün işleri aynı yöntemle ucundan azar azar ama dikkatle yapmaktan, hepsini aynı zaman diliminde ilerletmekten ve de son olarak adına senfoni dediği ürünün ortaya çıkışından son derece büyük bir keyif alırdı.
Aklında daima yapmak istediklerini sıraya koyar, her yeni durumda sıralamayı değiştirir, bu yeni konuyu hemen listeye ekler ve gün içinde bunu defalarca yapardı. Bitmiş bir işin üstünü çizip listeden çıkarmaktan ise ayrı bir haz duyardı. Hatta bazı zamanlar günün hızıyla listeye yazmaya dahi fırsat bulamadığı işleri o hızla yapıp bitirmiş olmasına rağmen sırf listede üstüne çizik atmak için yine de listesine eklerdi.
Son olarak günlük iş listesi tamamen bitirilmiş ise bununla gurur duyarak listeyi buruşturup çöpe atmak ona güç verirdi. Bu şekilde geçen yıllar onu bu konuda uzman yapmıştı. İşleri sıralama ve belirli zaman dilimi içinde yoluna koyma konusunda uzmandı ve bu durum kendine çok güven veriyordu. Başkaları için çok karmaşık işler bu sayede onun için eğlenceli bir çocuk oyununa dönüşür, hatta bazen bir çocuk gibi boyundan büyük işlere girişir ama çoğu zaman gayreti ona kapıları açar, bir şekilde olmaz denilen işler yoluna girerdi. Yaşadığı karmaşa içinde kendisine mutlu kalmayı başardığı bir alan yaratmayı başarmıştı.
Dışarıdan gelen her türlü saldırıya karşı da sakin kalarak mücadele etmeyi yaşam biçimi haline getirmişti. Yaşadığı tüm hayal kırıklıkları ve kaybedilmişliklere rağmen böyle ayakta kalabiliyor, biraz bohem, biraz ukala, biraz sersem gibi görünmesine karşın onu uzun zamandır tanıyanların arasından dışarıya çıkmadığı, başka sosyal çevre içerisine girmeye gayret dahi etmediği için yanlış anlaşılma endişesi taşımıyor, böylece ördüğü duvarların ardında her türlü beladan uzak kalabiliyordu.
Uzun yıllar içinde yerleşen sosyal çevresinin kendisine kazandırdığı en değerli şey bu güven ortamıydı. Bu güven ortamı içinde kendisinde gelişen sahte de olsa bu yapmacık özgüven ile yine de gurur duyuyor, bu paha biçilmez hazinenin kıymetini bizzat yaşıyordu. İşte şimdi bu hazineye bir mücevher daha katmak ve ona güven telkin eden mutluluk alanını biraz olsun genişletmek için harekete geçmesi gerekiyordu. Nasıl mı?
Birkaç gün önce aldığı tuğlaları, üç torba şamot harcını, birer çuval demir tozu ve kaya tuzu çuvalları ile çimento, kum, gaz betonlarını evin içinden geçirerek arka bahçeye taşıyarak başlayacaktı işlere. Temeller için aldığı hasır demir değil de beton dökmek için kullanacağı ahşap kalıplardaki çiviler arabaya biraz zarar vermişti ama şimdi tüm bu malzemeleri birleştirme, onları bir şeye dönüştürme, yani üretim zamanıydı.
“Yaşamak, yani ağır bastığından…”
Bir yandan arka bahçeye yapılan bostan, terasın temizlik işleri, ahşapların yağlanması, civcivlerin yemleri, suyu, çamaşırlar, bulaşık, evin süpürülmesi yetmezmiş, öz bakım dahi başlı başına zaman ayrılması gereken bir iş değilmiş, hatta sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı, ekonomik olarak büyük bir durgunluk döneminde bile yürütülmesi gereken hukuksal işler, ödemeler yeteri kadar kafasını meşgul etmiyormuş gibi bir de bahçeye fırın yapmak için oradan buradan bir araba dolusu malzeme almıştı. Hem de bu konuda hiçbir fikri yokken. Hem de bunu ne için yaptığını kendisi dahil kimseler bilmiyorken. Hani diyor ya şair; yaşamak, yani ağır bastığından…
Senfoninin mırıltılarını, piyano tuşlarını, keman yayını, flütün melodisini, zil, klarnet ve saksafonun tınılarını duymaya başlamıştı bile. Vakit öğlen olsa da ailecek hep beraber yenilmiş güzel bir kahvaltının vermiş olduğu neşe ile koyuldu işlere.
Arabanın bagajındaki tuğlaları tek tek taşımak yerine, bir leğen içine koyarak bahçeye almak işimi kolaylaştırır diye düşündü. Leğen, leğen, leğeni nerede görmüştü yahu?
-Hah, tamam dedi. Leğeni almaya bostana yöneldi.
Bostanda kullanmak üzere organik en iyi gübrenin odun külü olduğunu öğrenir öğrenmez, bir süredir küçük bir sahil kasabasında yaşayan ve ona hiç tahmin etmediği şekilde ilham veren, uzun yıllar ayrı kaldığı bir arkadaşından odun külü almıştı.
Dedik ya, mutlu olmak için herkesin kendince bir yöntem yaratması gerekir diye. Sahil kasabasında kuzinede zeytin odunu yakarak neredeyse bütün bir kışı mutlulukla geçirmişti bu arkadaşı ve işte o mutluluğun külleri geldiğinde işte bu leğene konulmuştu. Şimdi ise tuğlaları taşımak için leğene ihtiyacı vardı ve önce külleri koyacağı bir yer ayarlaması gerekiyordu. Onu al oraya koy, bunu al buraya koy derken; evet siz de duyuyorsunuz müziğin sesini değil mi? Bu kez de böyle başlıyordu senfoni çünkü…
Okurken adeta o anları yaşıyorcasına dinlendim doğrusu
Harika bir gerçek yaşam öyküsü
Sevgi ve sağlıkla kalın
Okurken dinlenmek müthiş bir iş başarı benim için. Başarabiliyorsam gerçekten ne mutlu bana. Teşekkür ederim.
Yazılarını büyük bir zevkle okuyorum. Çok akıcı ve hayatın içinden. Kitap ne zaman geliyor?
Sanki kitap basılınca olayın zirvesine ulaşılıyor algısına takılmıyorum. Esas odak noktam ne için yazdığımın anlaşılması benim için.
Çok güzel bir anlatım ve yaşanmışlık, yüreğine sağlık başarılı avukatım
Teşekkürler Gül Eser hanım