Okumak Şakaya Gelmez

Okumak Şakaya Gelmez

Sımsıkı kapalı gözlerim vardır benim, inadına kapalı tuttuğum. Belki de gözlerimi açmak istemiyorumdur. Gözlerimi açtığımda gördüğüm her neyse, işte o korkutuyordur belki de beni, olamaz mı yani?

Açmışsam eğer hasbelkader diyelim, hemen tekrar kapatıyorum gözlerimi, korkuyorum kardeşim! Korkamaz mıyım yani?

Yaşam tecrübelerim bana gözlerimin kapalı kalmasını tembihlerken, yaşamın ta kendisi ise aç kollarını ve kucakla doğayı, dal denizlere, kokla çiçekleri ve birer birer toplayıp demetler yap çiçeklerden, sarıp sarmalamayı unutma diyor işte.

Senin kolların güçlü, senin bedenin gelişmiş bir kısrak gibi, zihnin hür ve algın ufuklar gibi. Tecrübelerine ise hiç de güvenme adamım. Onlar kısır, cılız ve ürkektir. Yıllarca kapattığın gözlerini açmalısın artık…

Sen ait olunamaz ve gücün bedeninden taşarken ona hakim olunamazsın. Barajların doldu baksana ve paslanmış demirleri ile çatlamış duvarların artık taşımıyor içindeki suyu. Kale gibi görünen o duvarların artık kağıt gibi adamım. Üflesen yıkılacak duvarların var, yerle yeksan olmadan aç artık şu gözlerini ve kabul etmelisin tüm gerçeği…

-Ses var mı?
-Ses yok!
-Gelir o beklediğin ses, sen öylece kalmalısın.

Hayır, açmayacağım gözlerimi, beni ben yapan değerlerim var, benden daha içeri olduğunu düşündüğüm ve bunca yılımı onu inşa etmek için harcadığım barajlarım var. Açmayacağım gözlerimi, çünkü korkularım haklı ve korkularım hayal değil, düpedüz gerçektir. Korkularımla yaşadım yıllar boyu, kaybetmedim ben ve hatta korkularımdan bir cennet yarattım kendime, içinde hayatımın olduğu.

Gözlerimi kapattığım sıra içinde mutlu mesut yaşadığım. Ben gözlerim kapalıyken de tutunabilmişsem bu meymenetsiz yaşama, neden açayım ki gözlerimi ha? Hangi çılgın bana zincir de vurabilir ki; bu saatten sonra?

Mutlu olmayı bilen her yerde mutlu oluyor adamım. her köşede buluveriyor onu. Mutluluk da, aşk da, arkadaşlık ve paylaşmak da, hatta sevgi ve iyilik de bizzat gözünle göre göre öğrenilmesi gerekiyor, hissetmek için.

Yaşamın renklerini sana öğreten bir öğretmenin olmadan, hatta hatta ‘iyi’ bir öğretmenin olmadan malesef kayıpsın adamım. Şimdi okumana bir ara versen diyorum; gözlerini çok kısacık da olsa kapatsan ve çocukluğundan başlayarak sana sevgi, şefkat, doğruluk, güzellik ve hatta şehvet de dahil olmak üzere iyilik aşılayan insanları bir bir ansan mesela.


Seni yere göğe sığdıramayanları değil ha, zülfü yare dokunanları diyorum adamım. Yani tenine dokunanları değil ha, ruhuna diyorum mesela. Yani seni sen yapan değerlerinin inşasında harcı olan üstadlara bir selam vererek devam edelim diyorum okumaya.


Geçenlerde oğlumla kısa da olsa bir yolculuğa çıktığımızda fark ettiğim şey; bir türlü gerçekten bir ‘baba’ olamadığımdı. Ona şimdiye kadar iyi bir arkadaş olmuştum belki ama, babası olmayı başaramamıştım malesef. Çünkü baba olmak kanımca yerden yere vurmaktır, silkeleyip atmaktır, ağız dolusu küfür de etsen, elinin tersini de göstersen, korkmadan bilmektir, hatta emin olmaktır; çocuğunun seni her şeye rağmen, bütün hata ve eksiklerinle seveceğinden. Ben bundan emin olamamış ve en sert eleştirilerimi yine kendime saklamıştım.

Koşulsuz bir sevgi anne ve babalara hastır derler; oysa ki aslan gibi yürekleri ile anne ve babalarının gözlerinin içine içine bakan sadece çocuklardır, onları koşulsuz seven. Yani diyeceğim odur ki; ağzına geldiği gibi konuşmaktan korkuyorsan evladınla, onu kalbini kırdığında senden uzaklaşacağına inanıyorsan, ya incinirse ya sevmez de uzaklaşırsa senden diye geçiyorsa aklından; babalığından şüphe ederim adamın.

Babalık sevgi işinden ziyade, hayata hazırlama sorumluluğu istiyor bence. Bana geri kafalı diyenlere de gülüyorum sadece. Yaşadım ve yaşamaktayım bütün bu süreçlerden geçtim ve geçmekteyim hala ve gözlerimi açtığımda gördüğüm manzara korkutmuyor artık beni.

Açtım gözümü bundan böyle ve hazırım her türlü kavgaya. Çünkü ben bir an için bile olsa tam da öyle hissetim işte. Çok ağır geldi ve yumruk gibi indi tepeme.

-Oğlum, elinde uzun zamandır kitap görmüyorum derken, tokat gibi kızartmayı başaramadıysam diyorum kendi kendime, hala rica ediyorsam oğluşumdan, onu örselemekten çekiniyor, beni sevmeyi bırakacağından korkuyorsam, koşulsuz sevdiğine inanmıyorsam hala; ben baba olamamışım dedim durdum kendime. Bu durum onun suçu değil elbet, ama benim de suçum değil işte.

Söylemek istediğim şuydu aslında; kitap okumazsan evladım, hayat damarlarında dolaşamaz kanın, pompalayamaz kalbin, kılcal damarlarına kadar ve hücrelerine duyguları aşılayamaz.

Bir gün gözlerini açtığında, ya da açılıverdiğinde kendiliğinden veya açmak istediğini fark ettiğinde muhtaç olduğun kudret okuduğun kitaplardan gelecek. Kaç kitabın içine daldıysan o kadar adam olacaksın.

Şimdi sırf, bunu ben söylediğim için yapmayacak veya sığ hayat tecrübelerine göre algılayamayacağın neden ve sonuçlarla kafanda bir muhakeme yapmayı hedefleyerek geçiştireceksen bu durumu, ben baba olamamışım demek, sana gerekli dersi veremeyerek…

Okuyacaksın oğul, eline geçen her şeyi okuyacaksın. Bir gün bütün o eğlence dediğin şeylerden geriye hiçbir şey kalmadığında, elinde avucundakinin sıkkın günlerinde birikenler olduğunu gördüğünde hatırlayacaksın belki. Yaşadım diyemediğin her pişman günün ardından hatırlayacaksın, geç de olsa!

Yıllar önce üstadın yazdığı güzel bir pazar yazısı ile bitiriyorum ben de yazımı ve malesef ne kervan kaldı, ne at, hepsi silinip gitti, iyi insanlar iyi atlara binip gitti…


Eğer mutluluğu tanımıyorsan, sana merhaba demez, hayatın çileli yollarında bin kez karşılaşsan bile ne sen onu tanırsın, ne de o sana selam verir.

Mutluluğu ta nı ya cak sın.

Kim bilir, belki de evin bahçesinde büyüyen çam ağacıdır mutluluk, belki sokağın köşesinde boy atan akasyadır. Evin bahçesinde çam yoksa, sokağın köşesinde akasya salınmıyorsa, pencereden avuç içi gibi görünen denizdir.
Pencereden görünmüyorsa deniz, sokağa bak! Sokakta oynayan bir çocuk yok mu?
Varsa adı mutluluktur. Ya yoksa?
Kim bilir mutluluk belki de çocuk değil, bir kedidir, soğuk kış günü camdan sana bakıyor.
Aç pencereyi, girsin sıcak odaya minik kedi. Yavrunun önüne bir tabak süt koydun mu, üşümesi geçer, mırlamaya başlar; sen de mutluluğu kedinle paylaşırsın.

Ama mutluluk camdan bakan kedi değildir. Belki mapushane penceresinden görünen gökyüzündür, ya da gökyüzünde uçuşan beyaz buluttur. Gökyüzünde bulut mu yok?
Uzaklaş pencereden, eline bir kitap al, sayfalarını karıştır, işte bir şiir.

Şiir mutluluktur; sözcüklerini inci taneleri gibi belleğine dizebilirsin, dizelerini gözeneklerinle özümleyebilirsin, anlamını içine çekip soluyabilirsin, ama gerçekten mutluluğa hazırsan…

Ya hazır değilsen?
Sen duyumsamaya hazır değilsen, mutluluk ne ağaç kılığına girip karşına çıkar, ne çocuklaşır, ne de şiirleşip bir kitap sayfasında seninle bulaşabilir.

Ersin EREN

aysaa

Related Posts

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

No Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags