Gerçek

Gerçek

Geçenlerde yazımı okuyan biri şöyle bir yorum yapmış; göremediğim, ıskaladığım kıyıya vuran her dalga için kendime kızıyorum diye. Denizlere bakıp hem de hiçbir şey düşünmeden, sadece ona öylece bakıp neredeyse aval aval derler ya, işte tam öyle bir seyretme mertebesine gelmenin keyfini çıkarıyorum.

Bizi oradan oraya sürükleyen ve sanki bir aşamada her şeyin bir düzen ve intizam içinde yerli yerini bulacağını düşündürten bu doyumsuz sistemden kaçtığım ve bir köhnede oturup denizi seyretmeye karar verdiğim gün ne kadar güçlüymüşüm…

Bu yorum ile ben de kafamı yormaya başladım. Uzun zamandır özlemle beklediğim bir hayatın içinde olan kişiler vardı, ama ben tam olarak onu da istemiyordum. Bedenime sığmayan bir hareket etme arzusu ile sabahın kör saatlerinde uyanıp içimdeki huysuzu terbiye etmeye çalışır gibi yoga yaparak sakinliği bulmaya meylediyorken nasıl kendiliğimden denizleri seyredecek kadar dingin olabilirdim?

Üç buçuk milyon yıldır dalgalara direnmiş kayalıkların dibinde, sabaha kadar rüzgarı dinleyen arkadaşım, gözünü kırpmadan bütün geceyi suyun üstünde salınarak geçiriyordu ve ben nişadır sürülmüş eşek gibi oradan oraya gidip her yanı görmek iştahı ile dolup taşıyordum. Nasıl olacaktı bu iş?

Okuyamadığım her bir kitap için ızdırap yaşıyorken, ezberleyemediğim şiirler için, izleyemediğim filmler için kendime kızıyor, yazamadığım biriken hikayelerimin altında eziliyorken uyku bana haram geliyordu. Sabah erkenden kalkmak ve gidebildiğim kadar yol almak fikrine engel olamıyordum. Kendimi bulunduğum zamana çekmeye ve içinde bulunduğum koşullara uyum sağlamaya ikna etmeliydim. Olmadı…

Yazı yazmaya başladığım tarihlerde ise durumum şöyleydi; içimdeki fırtınayı durduramıyordum. Güçlü olmak ve hayatıma yön vermeye çalışmak da bana saçma geliyordu. Yanımda olması gerekenlerin benden her geçen gün uzaklaştığı fikri beni ötekileştirirken ben de kendi kabuğuma çekilip ağır bir melankoli yaşamaktansa kendi dünyamı kurmayı tercih etmem gerektiğine karar verdim. İşte bu saçma olmazdı. Bu fikirle yazı yazmaya başlamıştım işte. Bana da çok iyi gelmişti.

Yazı yazarak söyleyemediğim, içimde kalan sıyrılamadığım kelimelerden kurtulurken, çoğu kez unutmayı tercih ettiğim meselelerle yüzleştiğimi fark ediyordum. Herkesin sorunlarından kurtulmak için kendisine özgü butik bir çözüm yöntemi olduğuna inanan biri olarak kendim için bulduğum bu dışavurum yönteminin de sarsıntıları oldu bünyemde tabi. Özellikle fark ediyorum ki; epey de açmış olsam da kalbimi, hala daha en az yarısının çok gizli yerleri var. Sanki olması da gerekiyor. Zihinsel olarak rahatladığımı düşündüğüm andan itibaren anlatmak istediğim korkunçluklardan bahsetmek yerine top çeviriyorum. Bunu bilmek de insanın üzerinde kaçınılmaz şekilde huzursuzluk hissi yaratıyor. Bir yandan kendi samimiyetimi sorguluyorum, amma velakin içimden fışkırırcasına gelmeyen eksiklerimden bahsetmek de zulüm gibi malesef.

Velhasılı ben, hayatımın bir evresinde hem de en güzel, en coşkun diyebileceğim bir evresinde, hani tam olarak kendimi kaptırmış gidiyorken, hiçbir şekilde çözümünün bende olmadığı gerçek bir sorun diye tanımlayacabileceğim evladımın sağlık sorunları ile yüzleştikten bir zaman sonra, başka bir gerçek olan ve asla kesin olarak anlam yükleyemediğimiz ve kabullenemediğimiz ölümle karşılaştığımda, çok garip gelecek belki de sizlere ama; hayatın meğerse fantastik bir dünya olduğunu idrak ettim. Hatta başından sonuna fantaziden ibaret olduğunu, yani gerçek diye kendiğimizi kaptırdığımız her şeyin yani tamı tamına salt gerçeğin dahi gerçek olmadığını…

Ve tüm bu kavrayışın yazı yazarak ortaya çıkmasındaki ilizyon.

Yani bugün uğraştığın ve yapmayı planladığın her ne ise, gerçekleşmesinin değil planlanmasının değerli olduğunu, hani diyorlar ya ‘carpe diem’ diye, yani anı yaşayacakmışız ya, öyle değil de; anı kazımak gerektiğini, unutmadan yaşayacak kadar sanatsal yaşamak gerektiğini, telaşsız ve özgürce. Ölümün kaçınılmaz olduğunu bilerek ve onu da kucaklayarak yani. Mezarıma taş maş da istemez diyor ya şair, bir çınar ağacının altında yatıp karışmak doğaya, kuzuların otladığı, arıların çiçeklerinden bal yaptığı bir bahçede toprak olmak kadar keyifle karşılamak en hüzünlü görünen ayrılışı.

Ben gördüm ki dostlar; telaş bizim telaşımız değil. Hayatlarımızın dayattığı koşturmaca da bize ait değil. Hep kandırmışlar ya bizi; karınca gibi olmakmış başarı. Hiç değil! Aynen ağustos böceği gibi yaşanacak bu dünya, yani işin gücün fantazi üretmek olmalı, feyz olmalısın etrafındakilere de, ve hatta rahatsız etmelisin cır cır cır cır öterek.

Hayat; sıkı durun dostlar, kalplere kazınmak için yaşanıyormuş, kalplere dokunmak içinmiş meğer. Ve her gün akşam yastığa koyduğumuzda başımızı kendimize sormamız gereken, en gerçek soru; bugün kaç kişiye iyi geldiğiniz olmalıyken…

aysaa

Related Posts

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

4 Comments

  1. Harikasın Ersin kardeşim
    Kendimi senin yazılarına uygun yaşam tarzına zorlayacağım
    Cır cır böceği olmak
    60 dan sonra
    Güzel fikir

  2. Bozulmam daha doğru deyimiyle ‘rahat batması’ yurtdışında hukuk bürosunda çalışırken, gelirimin en iyi olduğu, dışarıdan bakıldığında en rahat olduğum zamanda oldu. Her sabah büroya gelip, en az 6 saatlik bir çalışmayı müvekkillere yazma zorunluluğu. Bunu sağlayan yazılım programının ismi ‘Carpe Diem’ yani ‘Anı Yaşa’ idi. Ne ironi değil mi? O zaman bir yelkenli alırsam ismini ‘Carpe Diem’ koyma hayali başladı. Hayal şöyle, her gün tekneye biniyorum 6 saat ‘Carpe Diem’e yazıyorum. Türkiye’ye dönünce hayalde biraz değişiklik oldu yelkenlinin adını ‘CTRL+ALT+DEL’ koydum. Yelken işi bitti, şimdi karavan planı var. İsmini ‘Rahat Battı’ koyabilirim. Rahat neden batar bunu halen anlamış değilim. 59 yaşımdayım, kışları Meksika’da geçirme gibi planlar bile var. Planlar candır. Gerçekleşir veya gerçekleşmez. Benden uzak durman tavsiye olunur.

    • Planlar hiç bitmesin, yaşam heyecanı hiç solmasın…
      Sen büyük iş başaranlardansın benim gözümde, hep takdir ediyorum.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags