CÜRÜM

CÜRÜM

Geçen haftaki Cereme başlıklı yazımın devamıdır.

Genç adam günün daha henüz başında, eşinden gelen telefonu hemen açtı; bu vakitsiz aranmada yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu belliydi.

Telefonu kapattığında ise her şey aniden belirsizliğe bürünmüştü. Büyük bir gayretle kurmaya çalıştığı yeni hayatının çoktan tepe taklak olduğu ve bir daha aynı heves ve saflıkla eşinin kendisini pencere önünde beklemeyeceği geldi aklına. Onun, o kuşlar gibi cıvıl cıvıl neşeli halinin kaybolacağı düşündürüyordu genç adamı.

Daha dün, gecenin ortasında uyanıp sevişmişlerdi. Güneş doğmadan işe gitmesi gerektiğinden, öpmelere doyamadığı bal dudaklara veda edip müthiş gecenin ardından, kendisini dünyanın en çekici erkeği zannederek büyük adımlarla yürümekteydi, yetmiş iki nolu otobüse doğru giderken.

Alnı yukarda
kırmızı boyun atkısı rüzgârda,
yürüyor.
Yürüyor adım adım
Yürüyor ağır ağır
yürüyor…

Açık geniş adımlarla arşınlıyor yolları.
Ağır iki balyoz gibi sallanıyor kolları.
Kıllı göğsü bir kalkan gibi kabarık..
Ve
İşitmiyor artık
hep aynı tahta masanın başında akşamlayan
hasta topal dostların
kalbe karanfil ruhu gibi damlayan
sözlerini

Çıplak
iki bıçak
gibi çekmiş yüzünde gözlerini
yürüyor, düşmana doğru.

YÜRÜYOR ADIM ADIM
YÜRÜYOR AĞIR AĞIR
YÜRÜYOR…

Aklına bir şiir takılmış belli ki, kendine yakıştırıyor. Sabahın ayazı yüzüne vururken aklında geceden kalanlarla avunuyor ve otobüs durağında bekleyen umutlarını yitirmiş kalabalığa bakarken kendisinin en mutlu erkek olduğuna yürekten inanmaya başlıyordu.

Bu durakta benimle beraber bekleyen kaç kişi böyle güzel sevişmiştir gece boyunca ha? Kaç kişiyiz şunun şurasında? Daha ne güzel hayallerimiz var bizim kimselerde olmayan. ‘Yaşamak ne güzelmiş meğer!’ diyordu kendi kendine. Kollarının ağır iki balyoz gibi, göğsündeki kılların kalkan gibi olduğu fikrine de inanmaya başlıyordu genç adam.

Bir evin bir oğluydu. Sakin mizacı ve güzel söze ilgisi vardı. Okulda başarılı sayılmazdı, hayta arkadaşlar ile takılır ama onlar gibi aşırılık yapamazdı. Evlenene kadar, biraz tembel biraz ağır kanlı biraz korkaktı ama evlenip de eşiyle bir hayat kurmaya gayret ettiğinden beri başka bir insana bürünmüştü.

Bu borçlar nasıl ödenir, bu hayaller nasıl gerçek olur, eşimi nasıl mutlu eder, nasıl başarılı olurum diye düşünüp durmak yerine, durup dinlenmeden çalışıyordu. İş yerinde bütün nöbetler ona yazılsındı, bütün fazla mesaileri çalışmaya razıydı. Yeniden doğmuş gibi, taşı sıksa suyunu çıkarırmış gibi hissediyordu; yeter ki, eşi arkasında olsundu.

Evi kiraladıkları gün ev sahibi omzuna elini koyup sana bir de güzel araba lazım genç adam diyeli aklına yer etmişti. Her yerde arabalar dikkatini çekiyordu artık. Çok pahalılarına bakmıyordu bile ayağını yerden kesecek, hafta sonları piknikti, yaz gelince denizdi, alışverişti diye eşini oturtup yanına oradan oraya dolaşmaktı hayali. Eşini seviyordu anlayacağınız, hem de çok seviyordu.

Telefonu kapattığında ise gözünün önünde, darmadağınık bir ev, kırılmış dökülmüş eşyalar ve sarsıla sarsıla ağlayan bir genç kızın hayaleti vardı ama, en çok da genç kızın çığlık atarak bu adamdan kurtulabilmesi delip geçmişti yüreğini.

Kulakları uğulduyor, genç kızın çığlığı beyninde durmadan tekrar eden bir zil sesi gibi ötüyordu. Kim bilir ne kadar çaresiz hissetmişti kendini? Kim bilir ne kadar derin bir hayal kırıklığı içindedir şimdi? Peki ya ben neredeydim, neden onun yanında değilim ve olamıyorum? Kahretsin diyerek hayatının en mutlu dönemi olduğu fikrine inanmaya başladığı bu gün mü başına yıkılmalıydı bu dünya? Kahrolsundu her şey ama ne yapmalıydı şimdi, tam şu anda yani?

Yapmakta olduğu işi, olduğu haliyle bıraktı, vardiya amirinden izin isteyerek dışarı çıktı. Yanındakinden bir sigara istedi. Soğuk rüzgar içine işlerken, sigaranın dumanı savrulup gidiyordu. Genç kız kesin olarak tembih etmişti; sakın ağabeylerime haber vereyim deme! Sakın ha! Neden böyle söylemişti ki? Onlara söyleseydi mesela hemen hakkından gelirlerdi adamın. Ama ya kendisi! Kendisinin hiç de harcı değildi bu işler. Bir avukata mı gitselerdi. Avukat da çok şey isterdi şimdi, bir daha bir daha anlattırır, unutmak istediğimiz bu şeyleri kazırdı beynimize bu kez de.

Peki ama ne yapmalıydı be kadın, ne yapmalıydı ha? Eline sopayı alıp adamı evire çevire dövmek mi en iyisiydi? Peki ya sonra ne olacaktı? Herkes bilecekti işte, en istemedikleri durum buydu zaten. Duyulmasındı, kimseler bilmesindi, hiçbir şey olmamış gibi hayat kendine has telaşı ile akmaya devam etsindi.

Evden apar topar taşınsalar da herkes meraklanacaktı. Diğer yandan da bu kızcağızı aynı korku ile bir dakika bile olsa daha fazla aynı adamla aynı çatı altında tutması utançların en büyüğü değil miydi? Erkek olarak bir gururu olmalıydı, hep var zannediyordu ama o gün o saat kendisinde olmadığını anlıyordu.

Hayatı boyunca kavga nedir bilememiş evin biricik oğlu, şimdi hayatının en mutlu olduğu, kendisine tüm güzelliklerin sunulduğu ve dünyanın en şanslı insanı olduğuna inandığı bir anda apansız öyle bir yumruk yemişti ki; ringte yıldızları sayan boksör gibi hissediyordu kendisini.

Ne yapması gerektiği hakkında tek bir fikri vardı; eşinin tüm karşı çıkmalarına rağmen onun ağabeylerini aramalıydı. Onlar bu işi raconuna göre çözerlerdi. Evet öyle yapmalıydı.

Uzunca düşündü ve akşam mesaisi bitene kadar her saat başı eşini arayarak ona destek olup kimseye haber vermedi. Eşine evden uzaklaşıp bir alışveriş merkezine gitmesini, kalabalıkların içerisinde kalması gerektiğini ve kendisinin her şeyi çözeceğini bilmesini istediğini söyledi.

Yeni bir ev bulana kadar annelerine taşınacaklarını, annesi ile konuştuğunu, hiç sorun olmadığını ama eşinin bu olayı kafasından tamamen çıkarması gerektiğini söyledi, aksi halde herkes ters giden bir şeyler olduğunu anlayacak ve sorgulamaya başlayacaklardı.

Toplumun bu tür olaylara tepkileri her daim çelişkilerle dolu olmuştur. Gerçeğin ne olduğunu hiç umursamayan bir yapısı vardır adeta. Bir nevi dilsiz şeytandır. Önce kadını suçlar ardından adamı topa tutar ama işin sonunda suçlu da mağdur da hep kadın olmuştur.

Toplumun yaklaşımı hayal kırıklıklarına, kişisel travmalara duyarsızdır ve esas hedefi toplumsal düzenin sarsılmadan devam etmesidir. Bunun için Ayşe’nin, Canan’nın, Asuman’ın yaşadığını görmezden gelmiştir. Kadının tüm bu yaşananlara engel olamaması dahi onun suçu kabul edilmektedir ve böylece otobüste, yolda, markette, iş yerinde, okulda sıklıkla tacize uğrayan kadın bir de ‘masum’ erkekleri kışkırtmakla suçlanmaktadır.

Hukuk ise tamamen biçaredir bu konularda. Ölçüsüz ve orantısız cezalar ile çoğu zaman gülüp geçilecek basit konulara yüklediği değerler ile kurduğu hükümler neticesinde verdiği fahiş cezalardır tüm yapabildiği. Hukukun kararları tıpkı birer cehennem zebanisi gibi korkusuz ve vicdansızdır.

Nafiledir tüm çabası ama yine de yılmadan aynı kör gözü ile birlikte yaşamın devam etmesi için kamu adına gereğini düşünerek ayar vermeye çabalamaktadır.

Taciz diye tanımlanarak öyle büyük bir günah şeklinde topluma yansıyan davranışın ortaya çıkana kadar büyük bir utanca dönüşmesi onun gizli kalmasına sebep oluyor çoğu zaman. Çiğ süt emmiş insanoğlunun zihnindeki akışa hakim olamayışına, nefsini kontrol etmesinin imkansızlığına, yani tacizin kaçınılmazlığına böylesi bir günah ve utancı yüklerken doğru mu yapıyoruz diye soruyorum kendi kendime.

Adamın birinin bir kıza laf atmasına bu kadar büyük anlam yüklemeden gülüp geçmeyi denesek mesela. Ya da elle yapılsa bu taciz ve biz dönüp hönkürmek ve alabildiğine sinirlenmek yerine oradan usulca uzaklaşmayı tercih etsek sorunları daha kolay çözmüş olmaz mıyız? Çünkü ben düşünüyorum ki; aslında bu eylemi yapan kişinin yaşadığı çevre ve hatta kalıtımsal olarak taşıdığı özellikler sürüklüyor onu bu yola. Daha modern toplumlarda çok daha az rastladığımız taciz eylemi, cinsel dürtüleri baskıya maruz kalan toplumlarda büyük bir sorun teşkil ettiği gibi, çoğu kez utancın etkisiyle ortaya çıkması da engellenmiş oluyor.

Hatta utançla örtülen bu gizli taciz bir zaman sonra daha sapkın yaklaşımlara da sebep oluyor. Dolayısıyla benim kafam da epey karışık açıkçası. Vücut dokunulmazlığı ve kişinin daha doğumla hatta hatta öldükten sonra bile hak etmiş olduğu saygınlığı korumak adına daha farklı tepkilerin geliştirilmesi gerektiğini, aksi halde aşırı duyarlılık göstererek basit ve hatta doğal bir takım eylemleri ibreti alem olsun diye aşırı bir şekilde cezalandırmaya kalkmanın da başka bir takım toplumsal yaraların açılmasına sebep olduğunu düşünüyorum.

Neyse işte, olan oldu ve bu genç adam da sorunun altından tek başına kalkamayacağına kesinkes inandığından eşinin ağabeylerini aramaması yönündeki telkinlerine aldırmadan akşam mesaisi bittiğinde kayınbiraderini aradı.

Sonun başlangıcını hazırladığından bihaber, tüm sorumluluğu devretmenin rahatlığı içinde eşinin yanına gidip ona sımsıkı sarılmayı hayal ettiği sırada geri aradılar.

-Hazır ol, seni de almaya geliyoruz. Tedarikli ol. Boş gelme!

Hayat kontrolden çıkmış ve her şey yerle bir olmuştu…

Akşam hava kararınca genç kızın iki ağabeyi, babası ve genç adam toplam dört kişi ev sahibi ile konuşmaya(!)-mahkemede bu şekilde ifade vermişlerdi- vardıklarında, adam üçüncü katta balkonda çay içiyordu. Eşi bir sebeple şehir dışındaydı, henüz onsekizlik oğlu ile konuşacak pek bir şeyi de olmadığından ayrı takılıyorlardı. Aşağıdaki ekibi görür görmez niyetlerini anladığından ne konuşacakmışız, benim konuşacak bir şeyim yok diyerek, içeri kaçtı.

Zil çalınınca adamın olan bitenden habersiz oğlu kapıyı açtı, kayınbiraderler adamın kollarına girip aşağıya indirirken, oğlan çocuğu yaşananlara hiçbir anlam veremiyordu. O da babasının ardından indi aşağıya ama daha neler oluyor demeye fırsat olmadan ilk yumruğu yiyince burnunun üzerine, koşarak eve çıktı. Bu sırada dört kişi, hani derler ya eşşek sudan gelinceye kadar, işte tam o kararlılıkla adamı evire çevire dövüyorlardı. Adam yere düştü, tekmeler kesmeyince sopalar çıktı, vurdukça vuruyorlardı ki; güm diye bir ses duyuldu. Şöyle bir bakındılar bir anlam veremediler, vurmaya devam ettikleri sırada bir güm sesi daha geldi. Bu kez çevreden de kaçın sesleri yükseldi.
-Baba, diye bağırdı.

Aşağıdaki ekip, hıncını alamamanın öfkesi altında adamı geldikleri arabaya sürüklemeye çalışırken, bir güm sesi daha geldi, biraz daha yakınlarına düşen bu kurşuna rağmen direnci artan adama sopayla en ağır darbeyi indidiler, adam iki büklüm yerde yatıyordu ve dördüncü ve son güm sesi geldi.

Ağaca, kaldırıma ve bir araca isabet eden kurşunlardan sonra dördüncü kurşun kayınbiraderin kafasına gelmişti. Olduğu yere, tüm kini, tüm hırsıyla birlikte yığıldı adam. Onun da bir hayatı, onun da çocukları, evinde yolunu bekleyeni vardı ama gel gör ki; bugün onlar her şeyden habersiz eve bir türlü gelmeyen bıçkın delikanlıyı merak ediyorlardı…

Polis olay yerine geldiğinde, pompalı tüfeğe el koydu, henüz on sekizlik oğlan çocuğu şok içindeydi. Burnunun kanaması durmuştu.

Vurulan kayınbiraderi aynı ekip apar topar arabaya yükleyip hastaneye yetiştirmeye çalışıyorlardı. Hepsinde büyük bir üzüntüden önceki telaş hakimdi. İçin için duydukları pişmanlık, haberi genç kıza söylediklerinde tam olarak ortaya çıkmış oldu.

Genç kız, eşine bakarak ‘Sana ağabeylerime söyleme demedim mi? Sen onlara neden haber verdin ha, neden?’

Genç adam boynu bükük, suçlu, mağdur, çaresiz…

On sekizlik oğlan korkmuş bir tavşan gibi ürkek bakışları ile yıkılan hayallerini idrak etmekte, ‘Sen boku yedin oğlum!’ diye başına gelecekleri ona hatırlatan polisin yüz ifadesindeki tecrübeyle sabit hali kalbinde çınlamaktaydı.

Ve her şeyin başlangıcı olan fırından yeni çıkmış sıcacık taze ekmeğe gelelim mi?

Evet, jüri kararını vermeli artık…

Suçlamalar şöyle;
-Taciz,
-Silahla adam öldürme,
-Birden fazla kişiyle ve silahtan sayılan sopayla adam yaralama veya adam öldürmeye teşebbüs,
-Yumruk atarak burun kırığına sebep olacak şekilde yaralama.

Ve tabi daha önce de dediğim gibi biraz durup düşünmek gerekecek; bu olayda en mağdur kim şimdi, suçlu kim, intikam nedir, meşru müdafa hakkı nasıl olur ve tabi böyle bir şey benim başıma gelse ne yapardım? Sen hakim olsan ne karar verirdin?

Haftaya da bu olayın avukat gözünden savunulmasına nasıl çalışıldığını anlatmayı hedefliyorum.

Avukatın içsel seyehatleri, kendi hesapları, korkuları, stratejisi, yaşadıklarına öznel bakışındaki mesleki git gelleri ile onun gözünden tasvir etmeyi düşünüyorum. Haftaya görüşmek üzere…

Ersin EREN

aysaa

Related Posts

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Farklı Yolların Ortak Noktası: Yol-Kat’ın Arkasındaki Güçlü Kadınlar

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Kanserle Dans: Ebru Janssens Kayan’ın İlham Veren İyileşme Yolculuğu

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Azim, Çaba ve Başarının Hikayesi

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

Cito ve IEP Arasındaki Fark: Eğitimde Bireyselleştirmenin Gücü

5 Comments

  1. Ne diyeyim bilemedim
    Harika bir anlatım
    Soluksus okudum
    Haftayı bekliyoruz
    Sanki en suçsuz genç çocuk
    Babayı koruma içgüdüsü
    Bence bu bir toplumsal sorun
    Bekliyoruz

  2. Bence ,
    Baba tacizden suclu bir de evde ruhsatsız silah bulundurmaktan.
    Digerleri haneye tecavüz, adam öldürmeye teşebbüs ve darptan
    Cocuk meşru müdafaa dan beraat etmeli.

  3. Okurun merakını zirvede bırakarak,olmasını engellemenin ve mağdurun bunu kendi özgüveni ve iradesiyle halletmenin eğitimi ve hukuksal hakları bilinciyle yetiştirmenin yani eğitimin birey yetiştirmeye yönelmesi temennisiyle…

  4. Tacizci silahla karşılayabilirdi. Eve geleceklerini bildiği halde silahı kullanmamış. Hakim bunu gözönüne alır diye düşünüyorum, darp edenleri cezalandırma açısından. Oğlunun meşru müdafaa dan yararlanabileceğini sanmıyorum. En mağdur oğul ama en fazla cezayı alabilir. Eve gidip silahı alıp gelmiş. Kayınbiraderlerin, babanın ve kocanın psikolojik durumu indirim için gözönüne alınabilir ama buna da ihtimal vermiyorum. Planlı hareket söz konusu. Tacizcinin oğluna en hafif cezayı vermeye çalışırdım.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

İlginizi çekebilir

Dil secenekleri

Tags